18 Aralık 2011 Pazar

Gözle Görülenden Fazlası - Marion Bartoli



Bu yıl WTA'de dikkat çeken isimlerden biri de Marion Bartoli'ydi. Özellikle Roland Garros'da Fransız seyircisinin desteğiyle yarı finale kadar yükseldi; ancak son şampiyon Schiavone'ye takılarak bir Grand Slam kazanma hayalini ertelemek zorunda kaldı. Sezon sonunda WTA finallerine katılmak için gösterdiği çaba da sakatlık nedeniyle sonuçsuz kaldı ve Bartoli sezonu 9. sırada tamamladı. Daha önce Djokoviç röportajını çevirdiğim Australian Tennis dergisinde, Bartoli'ye dair de güzel bir yazı vardı ve ben de bu yazıyı blogda paylaşmak istedim. Okul günlerine dair iyi anılara sahip olmayanlar ise yazıyı okurken Bartoli'ye sinir olabilirler, benden söylemesi.

Marion Bartoli – Gözle Görülenden Fazlası

Profesyonel olmak, çok yüksek bir IQ ve yaratıcı olmak için gereken yeteneğe sahip olan Marion Bartoli’nin aklına hiç gelmemişti. Yine de, bu yarı-zamanlı çalışan ressam ve yetenekli öğrenci, bir numaralı Fransız kadın tenisçi olmayı ve de bir Grand Slam kazanmak için iddialı konuma gelmeyi başardı.

Bu kadar başarılı bir oyuncunun bu kadar düşük profilli olması çok alışıldık bir durum değil; ancak Marion Bartoli’de göze görünenden fazlası var. Bu yılın başındaki bir röportajda  175 IQ’ya sahip olduğunu açıklamıştı. Bu rakamın Beethoven, Albert Einstein, Bill Gates ve Stephen Hawking’den yüksek olduğunu söylemek, karşılaştırma yapmak adına faydalı olacaktır. Etkileyici olduğunu söylemek gerek; ancak bu Fransız kız bunu çok önemli bir şey olmadığını düşünüyor:

“Yalnızca 9 yaşındaydım. Eminim ki bugün aynı testi yaptırsam, sonuç aynı olmazdı” diyor ve ekliyor: “Fransa’da bütün çocukların bu testten geçmesi gerekiyor, sonuç da oldukça yüksek oldu. Ancak bunu çok ciddiye almamalısınız. Ben IQ testinin birisinin zeki olup olmadığını gösterdiğine inanmıyorum. Bu yalnızca bir test. Ben bunu çok ciddiye almıyorum ve ben o süper zeka kızlardan değilim.”

Belki. Ama, diğer taraftan bakarsak, belki de sorunlu bir dahiyi anlatan A Beautiful Mind filminin en sevdiği filmlerden birisi olması da bu yüzden. Okuldaki günlerini sevdiğini ise saklamıyor.

“Okulda çok iyiydim. Bunu çok severdim. Benim için her gün okula gitmek çok keyifliydi. Okula giderken hiç zorlu bir dönem geçirmedim. Hep gülümserdim. Bir şeyler öğrenmenin, iyi sonuçlar almanın, arkadaşlarımla birlikte olmanın ve eğlenmenin keyfini çıkarırdım. Benim için tamamen zevkti.”
Okulunda başarılı olması, tabii ki, ona yardımcı oldu. Bartoli’nin bugün tenis kortlarında yer almasının nedeni de okuldaki başarısı. Okulda çok başarılı olduğu için sporla uğraşmaması gerektiğinin söylenmesi, onun için önemli bir motivasyon kaynağı olmuş.

“Her şeyde iyi olduğumu düşünüyorum. Tamam, belki çok abartılı bir söz; ama gerçekten, notlarımı görmeliydiniz. Matematikten 20 üzerinden 19, Fransızca’dan 20 üzerinden 28 alırdım. Her şey çok kolaydı. Bir sayfa okuduğumda hepsini ezberime alırdım. Bu doğuştan gelen bir yetenekti ve bu şekilde çalışabildiğim için çok şanslıydım; çünkü bu durum bana tenis oynamam için vakit yaratırdı.”

“Herkes bana, sadece okula gelmemin daha faydalı olacağını ve belirli bir seviyede olmadığım için spor yapmamam gerektiğini söylüyordu. Bense: ‘Tamam, okulda her şey çok kolay oluyor, belki de benim için fazla kolaydır. ’ Ben biraz daha zorlu bir şeyler yapmak istiyordum, bu nedenle de: ’Yapamayacağımı mı düşünüyorsunuz? Ben size yapabileceğimi göstereceğim’ dedim.”
Öyle dahi olsa, profesyonel bir tenisçi olmayı aklının ucundan dahi geçirmiyordu. Sadece olayla bu şekilde gelişti.

“Bir tenisçi olacağımı hiç düşünmemiştim. ‘Tamam, junior turnuvalarında bir Amerika Açık veya bir Grand Slam kazanmayı deneyeceğim’ dedim ve kazandım. Sonra profesyonel seviyeye geçtim ve ‘Tamam, birkaç ITF turnuvası kazanmayı deneyeceğim’ dedim ve onları da kazandım. Bazı hedefler koyar ve onlara ulaşırsınız. Ama hiçbir zaman bugünden itibaren profesyonel bir tenis oyuncusuyum demedim, asla. ”

İlk WTA karşılaşmasına yaklaşık 10 yıl kadar önce, Roland Garros’da çıktı ve ilk turda kaybetti. Kariyerinde, her oyuncunun en büyük hedeflerinden biri olan Wimbledon finalini gördü. Bu olay 2007 yılında gerçekleşti. Yarı finalde Justine Henin’ı, en büyük hayallerinden biri olan Wimbledon şampiyonluğundan ederek finale yükseldi; ancak Venus Williams’a karşı finali kaybetti. Bir kaç gün sonra ilk kez ilk 10’a girerek en iyi Fransız kadın oyuncu ünvanını kazandı.

Bu yıl, Indian Wells finaline kalmayı başararak yeniden bu seviyeye ulaştı. Sonrasında birkaç basamak geriye düşmesine karşın, kariyerinin en başarılı dönemi sayılabilecek bir dönemi geride bırakarak ilk 10’a yeniden yerleşti. Bu dönem, Roland Garros’da bir yarı final, Eastbourne’de bir şampiyonluk ve Wimbledon’da bir çeyrek finali içeriyor.

Bu arada, bir Wimbledon finalisti olmanın Bartoli’ye All England Club’da özel üyelere tahsis edilen bir soyunma odasını kullanma ayrıcalığını kazandırdığını da ekleyelim.

Bartoli bu konuyla ilgili olarak: “Burası oldukça özel” açıklamasını yapıyor. “Oldukça az kişilik bir kulübe üye olduğunuzu düşünüyorsunuz. Dürüst olmak gerekirse, bu kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor. Her şey sizin için yapılmış. Orada, bazı hanımlar size yardımcı oluyorlar. Örneğin, yağmur varsa ve yağmur gecikmesi esnasında eşyalarınızın yıkanması gerekiyorsa, bunu sizin için onlar yapıyorlar. Veya kıyafetinizin ütülenmesi gerekiyorsa onu da yapıyorlar. Ben onlardan çok fazla talepte bulunmuyorum. Ben bir günde 200 iş isteyen insanlardan değilim, ama eğer bir şeye ihtiyacınız varsa, bunu yaptırabilme şansınız var. Bu Wimbledon’ı benim için oldukça özel kılıyor.

Bartoli’nin yaşadığı türdeki lüks ve ayrıcalıklara karşın, profesyonel turda olmak oldukça zor bir iş. Her hafta kendinizi ispat etmeniz için sürekli bir baskı var; ancak yalnızca bir kazanan olabilir. Oyuncuların da rahatlamak için çeşitli yönemleri var. Bazıları PlayStation oynayarak, bazıları müzik dinleyerek, bazıları da okuyarak dinleniyor. Bartoli ise resim yapıyor.

“Yağlı ve sulu boya çalışmaları yapıyorum. Ancak bunları tura getirmek çok zor; çünkü yağlı boyanın kuruması için on güne ihtiyaç var ve ben bir yerde en fazla yedi gün kalıyorum. Eğer uçağa almak için üzerini kağıtla kaplarsanız kağıt boyaya yapışıyor, bu da iyi değil. Sulu boyayı da yolculukta yanında taşımak oldukça zor o nedenle tur zamanı onları yanıma alamıyorum.”

“Ama eve döndüğüm zaman çalışıyorum. Cenevre’de yaşadığım için çok şanslıyım; çünkü etrafımda göller ve dağlar var, günün içerisinde farklı gölgeler oluşuyor ve kışın da güneş ya var ya da yok. Pek çok farklı şeyi resimlerime taşıyabiliyorum. Ancak bu sadece eğlenmek için. Kendime bir sanatçı diyemem. Bu fazla kendini beğenmişlik olur. Ben sadece resim yaparak rahatlamayı seviyorum.”

“Favori ressamım Van Gogh. Onun yaptıklarını gerçekten çok beğeniyorum...New York veya Paris’teyken müzelere gitmeyi çok seviyorum. Böylece zihnimi kortlardan uzaklaştırarak rahatlıyor ve zihnimi tazeleyerek kortlara dönüyorum”, diyor Bartoli.

“Dört yaşımdan beri resim yapmayı çok seviyorum. Ayrıca bir şeyler inşa etmeyi de severdim. Çok küçük bir çocukken hiç oyuncak bebeklerle oynamazdım. Hep legolarla oynar veya puzzle yapardım. İşte bu benim. Böyle şeyler yapmayı seviyorum. Çok dikkatliydim ve her şeyin düzen içinde olmasına özen gösterirdim. 7 yaşımdayken Beyaz Saray’ın 3D puzzle’ını yapıyordum. Tam 500 parçaydı ve ailem sürekli bana bakıyordu. 6 saat boyunca onunla uğraşır ve hiç sıkılmazdım. Bana bakarlardı ve ben konuşmazdım bile.”

Bu örnek, yaptığı işte kendini kaybetme konusunda doğuştan gelen yeteneğiyle Bartoli’nin kendi seçeceği her işte başarılı olabileceğini gösteriyor. Ve, kendisi de dahil olmak üzere, kimse Bartoli’nin profesyonel tenisi seçmesini beklemediğini de düşünürsek, bir numaralı Fransızın bu işte de başarılı olduğu kuşku götürmez.

Kaynak: "More Than Meets the Eye, Australian Tennis Dergisi, Eylül 2011 Sayısı

13 Aralık 2011 Salı

İlk öpene araba !



Belçika'da düzenlenen Diamond Games gösteri maçları kapsamında Clijsters ve kardeşi Elke, Wickmayer Wozniacki ikilisine karşı çiftler maçı oynamış. Maç dediysek tam anlamıyla geyik, video'da Clijsters sandalye hakeminin mikrofonundan Wicky'i ilk öpen erkeğe araba vericem gibi bişiy demiş heralde :) korta atlayan adamın çabası takdire şayan, yalnız korumaların işini ne kadar ciddiye aldığı da ortada..

İkinci video'da da Caro'nun küçük çaplı dans gösterisi yer alıyor. Beni güldüren danstan çok arka planda çalan "Sexy Bitch" şarkısı oldu.

10 Aralık 2011 Cumartesi

Kuzey Işığı Yükseliyor - Angelique Kerber Röportajı


Angelique Kerber'in ismi bu blogda en son şu şekilde geçmişti:

"Amerika Açık'ta bu senenin hikayesini maalesef Alman Angelique Kerber yazdı. Maalesef diyorum, seveni, seyredeni varsa özür diliyorum, olmadığına eminim zaten de benden çıksın.

Kendisini Antalya'da, İstanbul'da izlemiş biri olarak, biri bana Amerika Açık yarı finali oynayacağını söylese o anda harakiri yapardım herhalde."

Peki ben bu blogun sahibinin böylesine nefretini kazanmış kızın hikayesini, hem de itiraf edeyim Amerika Açık’ta bir maçını dahi izlememişken, neden bir kez daha bu bloga taşıyorum? Röportajın içeriğinin de, özellikle Petko ile karşılaştırırsak oldukça sıkıcı olduğunu eklemeliyim.

Onca eksiye karşın röportajı buraya koyarken, şu soruyu kendinize sormanızı istiyorum: Yarı finale kadar adını kimsenin duymadığı ortalama yetenekteki bu kızın Alman olması tesadüf mü? Bu sorudan hareketle yazının içine, biraz da yazıya hareket katmak amacıyla Almanya'ya dair notlar ekledim. Sonuna da burada sorduğum soruyla ilgili görüşlerimi ekledim. Yalnızca röportajı okumak istiyorsanız italikle yazılan kısımları atlayabilirsiniz.

Kuzey Işığı Yükseliyor

Angelique Kerber nasıl sıfırdan Amerika Açık’ın yarı finaline kadar geldi? Başarısıyla diğer Alman tenisçilerini unutulmaya iten bu kız kim? Tennis Magazin, yaptıklarına kendisinin dahi inanamadığı bu kızla memleketi Kiel’de buluştu.

Angelique Kerber annesi Beata ile Hamburg hava limanına geldiğinde, onu karşılayacak kimse yoktu. Babası Slawek, Neumünster yakınlarındaki TC Boostedt’te tenis dersi vermek zorundaydı. Kız kardeşi Jessica ise Kiel’deki kozmetik salonunu boş bırakamadı. Bu nedenle Kerber’in, kariyerindeki en büyük başarıyı yarı finale kalarak elde ettiği New York’tan dönüşü de Hamburg-Kiel otobüsünde sonlandı. Amerika Açık’ta rüya gibi bir deneyim yaşayan ve eskiye göre 440.000 dolar kadar zenginleşen birisi için dikkat çekici bir durum. Hayatının eskisi gibi olmayacağı ise, Kiel otobüs garından evine gitmek için bir taksiye bindiği zaman belli oldu.

İşte Almanya ile Türkiye arasındaki farklara muhteşem bir örnek. Amerika Açık'ta yarı final oyna, sonra da otobüsle memleketine dön. Bunu Avrupa merkezci bir doğru-yanlış karşılaştırması olarak görmeyin; ama Hiddink'in "duygusalsınız" derken kastettikleri biraz da burada yatıyor. Bizim bir tenisçimiz yarı final oynayıp memlekete dönse herhalde önce omuzlara alınır, sonra spordan sorumlu devlet bakanının tahsis ettiği arabayla istediği yere giderdi. Kıza bir Berliner tepsisi yaptırıp getiren bile olmamış.

Eve dönerken taksici ona “Siz televizyondaki harika tenisçi Angelique değil misiniz?” diye soruyor. Kerber sekiz yıldır profesyonel olmasına karşın, memleketinde ona ismiyle hitap etmeleri onun için yeni bir durum.

Bir gün sonrası. Kieler Westring’de, üniversite alanının köşesinde bulunan Campus Suite’deyiz (Almanya’da bilinen bir kahve dükkanları zinciri). Cuma günü öğleden önce burası ana baba gününe dönüyor, çünkü öğrenciler kahve molası vermişler. Angelique Kerber kahve dükkanına girince, sanki bir amfiye girmiş gibi gençlerden oluşan bir kalabalığın ortasına düşüyor. “Burada bir sürü şey oluyor – aynı benim gibi” diyor Angelique ve gülümsüyor. Sonrada başından geçenleri saymaya başlıyor: Televizyon programları, röportajlar, fotoğraf çekimleri, radyo yayınları. Şaşkınlıkla “Almanya’da ne kadar çok şey olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu” diyor.

Bir anda sahne ışıklarının altında – Daha önceleri sadece sıkı taraftarlar ve tenis dünyasının içindeki isimler tarafından bilinen Kerber’in, bu duruma öncelikle kendisinin alışması gerekiyor. Son dönemde başarılı sonuçlar, iddialı demeçler ve modelleri aratmayan fotoğraflarla Alman kadınlar tenisini yeniden canlandıran Andrea Petkoviç, Sabine Lisicki ve Julia Görges manşetleri süslemekteler. Kerber mi? O hala oynuyor mu? Kerber’in, bu rüya üçlünün karşısına çıkarabileceği çok az şey vardı. Çok terbiyeli, çok sakin, çok renksiz. Amerika Açık’a kadar durum böyleydi. 1996’da Steffi Graf’tan bu yana son dörde kalan ilk tenisçi oldu. Hem de dünya sıralamasında 92. iken. Bir mucize, sansasyonel bir başarı.

Siz de fark etmişsinizdir ki, Almanya'da kadın tenisiyle ilgili içinde Steffi Graf geçmeyen bir yazı bulmak, Nadal'ın şortunu düzeltmediği maç bulmaktan zor.

23 yaşındaki tenisçi, Amerika Açık’ta gerçekten neler yaşandığını şöyle açıklıyor: “Neler olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum.” Başarının etkileri Kerber’i tamamen hazırlıksız yakalamış. “New York’ta bu kadar ilerleyebileceğime hiç ihtimal vermiyordum. Nasıl olduğunu da hala anlamıyorum.” Hayretini daha iyi anlatabilmek için başka kelimeler arıyor. “Bütün bu yaşananlar tam bir çılgınlık” diyor ve ardından biraz sessizleşiyor.

Onu Campus Suite’deki bu gürültünün içinde anlamak bir hayli zor. “isterseniz başka bir yere gidelim” diyor Kerber ve ekliyor “Burası çok gürültülü”.

Kahve dükkanına, Kiel’deki Maritim Otel’in restoranından daha zıt bir yer olamaz. İçeride bizden başka müşteri yok, müzik bile yok. Cam duvarın arkasında, Kiel fiyortunun sularından güneş yansıyor. Kerber, yerini alırken: “Canlı görünmese de daha iyidir” diyor. Ama burası onun dünyası değil. 22 yıldır Kiel’de yaşıyor; ancak daha önce Maritim Oteli’nde hiç bulunmamış.

Fiyort (fjord) muhabbeti açıldığına göre Kiel'den biraz bahsetmek gerek. Kiel, Almanya'nın en kuzeyinde, yani Danimarka sınırına yakın bir yerlerdedir. Hatta milliyetçi Danimarkalılara sorarsanız buraların Alman işgali altındaki İskandinav toprakları olduğunu söyleyebilirler. Parayı da Norveç'e, İsveç'e gidip gelen gemiler sayesinde bulmuşlardır. 


Kiel’de, ona daha çok uyan bir yer, arabayla birkaç dakika uzaklıkta bulunuyor. Kerber’in kariyeri, Düstenbrook tenis topluluğunun asırlık ağaçlarla çevrili on yerinde başladı. Kulübü bugün ziyaret edenler, burada herkesin hitap ettiği şekilde Angie’nin fotoğrafları ve gazetede yayınlanan makalelerinin kapladığı bir duyuru panosu görüyorlar. Fotoğrafta, şanslı bir sarışın kız elinde kupasını tutarken görülüyor. İlk başkan Rathje: “Angie bu çevrede kazanılacak ne varsa kazandı. Çoğu zaman da kendisinden sonraki yaş kategorilerinde” diyerek o günleri hatırlıyor.

Bildiğimiz Kerber: Ulusal düzeyde kısa zamanda yaşıtlarına üstünlük sağlamıştı. 15 ve 26 yaşlarındayken 18 yaş altı Almanya şampiyonuydu. Orta okul mezuniyetinin ardından 2003 yılında WTA turuna katıldı ve Berlin elemelerindeki ilk maçında dünya 61 numarası Marion Bartoli’yi yenmeyi başardı. Beklentiler yaratan bir sonuç. Ancak o her zaman bir harika çocuk veya üstün başarılı birisi olmaktan uzaktı – Bunu, kendisini sabit bir hızla geliştirip ilk 50 yakınlarında oynamaya başladığı yıllar gösterdi. Yine de bir türlü büyük bir çıkışa imza atamadı.

Bugün, dünya sıralamasının 33.sü ve Amerika Açık yarı finalisti olarak, profesyonel olarak geçirdiği ilk yıllarına biraz gülüyor. Geriye baktığında: “O zamanlar tam olarak o kadar sistematik başlamamıştım” diyor. 

2011’in ilk yarısında alınan on ilk tur mağlubiyetinin ve berbat bir Wimbledon turnuvasının ardından Alexander Waske ve Rainer Schüttle’nin Offenbach’taki tenis akademisine gitti. Kerber’in bağlı olduğu “Global Sports Management” menajerlik şirketini yöneten Dirk Hordorff, ona, çevresindeki pek çok kişiye olduğu gibi, bu yolu izlemesini tavsiye etmişti. Kerber “Ama ben değişiklikleri sevmem, bu adımı atmam zor oldu” diye bir itirafta bulunuyor. Offenbach’taki ziyareti sürekli önüne koymalarından sonra, Akademiye annesiyle birlikte yol aldı. “Çünkü kariyerimde bir şeylerin değişmesi gerektiği kesindi. Öbür türlü bulunduğum alt seviyeden kurtulamazdım.” Kaya sertliğinde bir fitness antrenmanını tamamladı. İki gün sonra en iyisi kas ağrıları nedeniyle eve dönmek olurdu; ancak o programı tamamladı ve Amerika Açık’ta hayatının turnuvasını oynadı. Gerçek olmak için fazla basit görünüyor; ama öyle.

Röportajın bu kısmı WTA'in düştüğü durumu gözler önüne seriyor. Tabii ki her başarının ardında azmetmek ve buna göre gereken çalışmayı yapmak yatar; ama iki grand slam arası yapılan ekstra fitness antrenmanları sizi birinci turdan yarı finale çıkarıyorsa, yapıda bir bozukluk olduğu aşikardır. Bu hikayedeki "çalışırsak kazanırız" teması biraz ilkokul müsameresi tadında kalmış.

Herbie Horst, Kerber’in kariyerini daha profesyonelce yürütme kararı hakkında “Hayatının en iyi kararıydı” diyor. Horst Schleswig-Holstein’da antrenörlük yapıyor. Kerber ile de çocukluk ve gençlik döneminde beş yıl kadar birlikte çalıştı. “Oyunu her zaman iyi anlıyordu” diyerek o günleri hatırlıyor. Kerber ile bu yaz karşılaştığında, herkesin düşündüğü; ama söylemeye cesaret edemediği şeyler hakkında onunla konuştu. Ona: “Angie, gelişimin durmuş durumda. Yalnızca çizgide oynuyorsun ve bir kontra oyuncu haline geldin. Ama senin doğanda ofansif oynamak var – geri gelmelisin” dedi. Horst kuzeyde bir otorite, bu nedenle sözünün ağırlığı var. Kendini orta noktada konumlandırmadan, akıllı ve sakin konuşuyor. Kerber ile birlikte, Julia Görges ve Mona Barthel’i de keşfeden kişi ki, her üç isim de Ağustos ayında ilk 100 içerisinde yer aldılar. Sonunda Horst’un analizi Kerber’i korkuttu.

Maritim Otel’deki zamanımız kısa; çünkü Kerber’in RTL ile randevusu var. Ama o arkasına yaslanıp rahatlıyor ve “Biraz daha bekleyebilirler” diyor.

O günleri yaşayanlar şimdi yeni bir Angelique Kerber'i tanıyorlar. Daha açık, daha rahat, neredeyse özgür. Artık dudakları kenetli değil. Bu değişiklikler, sadece gelen büyük başarıya mı bağlı? Kerber, “Hayır” diyor ve ekliyor: “Daha önceden açık olmaya başladım; çünkü total olarak daha pozitif bir insan haline geldim.” Ailesiyle olan göbek bağı, eski yapıların yeniden ortaya çıkması ve son dönemde gelen başarılar – bunların hepsi çiçek açmasını sağladı.

“Ne kadar yeteneğe sahip olduğunu gösterebilmesi ona korkunç iyi geldi” diyor annesi Beata ve ekliyor: “Bu beni onun adına çok memnun etti.” Almanya’da Polonya kökenli bir anne-babadan dünyaya gelen Beata Kerber de meslekten. Kadınlar 40-Kuzey Ligi’nde oynadı ve kocası Slawek’i de Tenis sayesinde tanıdı. Ayrıca Kiel Tenis Merkezi’nde yöneticilik yapıyor, burası kızının kariyerinin biçimlenmesinde önemli bir durak. Tenis koçu olan babası 1990’da TG Düstenbrook’un baş antrenörü olmak için Bremen’den Kiel’e gelirken, kendinden önceki koçun yerine yerleşti. Burası anne Kerber’in de şu anda çalıştığı Tenis salonundaki kortların üstünde yer alıyordu. “Angelique bu salonda büyüdü. Sadece bir merdivenden inerek oraya ulaşıyordu” diyor annesi. Angie’nin profesyonel tenisçi olmasına şaşmamak gerek.

“Hayır, hayır” diyerek yeniden konuşmaya başlıyor annesi. “Bunun böyle olmasını hiç planlamamıştık. İki kızımız için de tenis kortları büyük bir oyun alanıydı.” Ailesi Angelique’in yeteneğini keşfettikten sonra, burada geçen oyun vakitleri aynı zamanda babasıyla doğru antrenmanlara dönüştü. Angelique Kerber başlangıç günlerini: “O zamanlar keyifliydi. Kim bir tenis salonunda yaşadığını söyleyebilir ki?” diyerek anıyor.

Kerber 15 yaşına geldiğinde, ailesi taşındı. Ama tenis kortlarına olan yakınlık ailenin genlerinde var. Sadece anne Beata’nın işi dolayısıyla da değil. Beata’nın anne-babası 2005 yılında Polonya’nın Puszczykowo şehrinde bir tenis merkezi açtılar ve adını da kız torunlarından esinlenerek “Angie” adını verdiler.

RTL’nin televizyon ekibi yaklaşmadan önce, Angelique Kerber ile Kiel fiyortunun önündeki iskelede fotoğraf çekimi yapıyoruz. Arkadan bir İskandinav teknesi yaklaşırken “Denizde mutluyum, böyle bir şey yalnızca Kiel’de var” diyor Kerber. Fotoğraflarda her şeyi doğru yapıp yapmadığından emin olmak istiyor. Yapabileceği fazla bir yanlış yok zaten. Gülüşü gerçek, çevre harika. Angelique Kerber zirvedeki yeni Alman tenisçi rolüne oldukça yakışıyor.

Öncelikle eğer röportajı buraya kadar sabırla okuduysanız teşekkür ederim. Şimdi baştaki soruma dönerek, bu başarıda Almanya'nın rolünü iki nedene bağlamak istiyorum. Kanımca bunlardan birincisi birikim, ikincisi de yerellik. 

Kerber'in hikayesinin özetinde şu var: Bir ülkede yaptığın işte kendini geliştirmek adına ne kadar çok fırsat varsa, siz de hayatta o kadar çok şans sahibi olursunuz. Kerber'i fark edebilecek pek çok insan, neredeyse doğumundan itibaren yanında olmuşlar. ATP Hamburg ve WTA Stuttgart turnuvalarını izlemiş biri olarak, ülke içindeki turnuvalarda binlerce kişinin desteğini gördüğüne de eminim. Yani, motive olmak için de birden çok şansı var. Her zaman Steffi Graf gibi üstün yetenekli insanlara sahip olamazsınız; ancak sisteminizi elinize geçecek her yeteneği en iyi şekilde kullanacak şekilde kurarsanız, elinizdeki isimleri standart üstü başarılara ulaştırabilirsiniz. 8 yıl boyunca dişe dokunur bir başarı elde edemeyen bir isme bile.

Yerellik konusunda ise biraz daha açıklama yapmam gerekiyor. Yazının içindeki güzel bir örnek, büyük şehir Hamburg'dan yalnız dönen Kerber'in taksici tarafından tanınması. Taksicinin büyük bir tenis meraklısı olması düşük ihtimal; ama muhtemelen yerel basın bu başarıyı gündeme taşıdığı için Kerber kentte meşhur olmuş. Türkiye'de yerel basın denince genellikle uzak diyarların az tirajlı gazeteleri akla gelir; ancak Almanya'da gerek Hamburg, Köln gibi büyük şehirlerde gerekse ufak yerleşim yerlerinde yerel gazeteler, ulusal gazeteler kadar tiraja sahiptir. Bu durum sahiplenme duygusunu beraberinde getiriyor, oyuncuların da hedefelrini çeşitlendirmelerini sağlıyor. İçinizde futbolla ilgilenenler varsa, güzel bir örnek Podolski'nin aslında bir orta sıra takımı olan Köln'ün efsanesi olmasıdır. Belki iddialı bir söylem ama ben Türkiye'de daha çok sporcu yetiştirmek için, İstanbul dışına çıkmanın da önemli bir seçenek olduğuna inanıyorum.

Kaynak:  "Nordlicht im Aufwind" Tennis Magazin - Kasım/Aralık 2011 Sayısı

9 Aralık 2011 Cuma

Makiri hızlı çıktı


Makiri'nin buz hokeyci yeni sevgilisi Alex Ovechkin twitter'dan yukarıdaki resmi paylaşıp yeni sevgilim diye herkeslere duyurmuş.

Bu kız ne zaman ayrıldı Andreev'den, hani evleniyordu bunlar noldu anlamadım.. Neyse..

Robin'den kötü haber


Uzun zamandır napıyor ne ediyor haber alamadığımız Robin'den maalesef kötü haber geldi. Hala mononükleoz tedavisi sonrası iyileşme dönemini tamamlayamamış. Dolayısıyla önümüzdeki sezon Avustralya Açık'da şimdiden yer alamayacağını açıkladı.

2011'e de bomba gibi girmişti ama önce sakatlıklar ardından hastalık fena vurdu. Antrenmanlara ocak ayında başlayacağını ve en kısa sürede kortlara dönmek istediğini belirtmiş twitter'dan.

5 Aralık 2011 Pazartesi

5. kez İspanya


Toprakta olduğu için sonucu çoktan belli olan Davis Cup finalinde İspanya Arjantin'i 3-1'le geçip 2000'den bu yana 5. şampiyonluğuna ulaştı.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Sezonluk Değil, Ömürlük Sporcu Olabilmek


Şöyle bir düşünüyorum da, tarihte, farklı farklı spor dallarından, kim bilir kaç tane yetenekli sporcu gelip geçmiştir. Hepsi, zamanında sevilimiş, taraftar toplamış, belli başlı başarılar kazanmış ve tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Onlarca spor dalında, yüzlerc sporcu öne çıkmış ve yetenekleriyle, kendi zamanlarında isimlerinden bahsettirmişlerdir.

Bunların yanında, bir de sadece kendi zamanlarında değil, bu dünya döndüğü müddetçe hatırlanacak, saygıyla anılacak ve başarılarıyla hafızalara kazınmış sporcuları düşündüm. Bir sürü sporcu yetenekleri ve kupaları ile öne çıkmasına rağmen, konu efsane olmaya geldiği vakit, her spor dalından hemen hemen herkes tarafından üzerinde mutabakat sağlanmış, iki ya da üç isim olduğunu gördüm. Bunlar belki de kendi zamanlarında yetenek olarak yakalanamamış, yenilememiş veya her daim rakiplerini ezip geçmiş isimler değillerdi ama, unutulmaz olmak elbette başka özellikler isteyen bir şeydi.

Farklı spor dallarından çeşit çeşit örnekler verebilmek mümkün. Benim yaşım yetmiyor ama, bir George Best'in kendi kuşağında bıraktığı iz elbette bambaşkadır, fakat iş futbolun efsanesi olmaya geldiği zaman, gözler ya Pele'yi arıyor, ya Maradona'yı. Veya bir Jack Villeneuve'yi pistte ne kadar tutkuyla izlediğimi ben hatırlarım, ancak Formula 1 dendiği zaman Michael Schumacher'den veya Ayrton Senna'dan farklı bir isim düşünebilmek mümkün mü? Allen Iverson'un izleyenlere verdiği heyecan elbette başkaydı, ancak Kobe Bryant hala bir numarayken, Allen Iverson'u hatırlayan var mı? Örnekler daha da çoğaltılabilir, fakat hepsinin ortak noktasını yakalamak için bu kadarı yeterli sanırım. Zaman uzun vadede görevini yapıyor, eleğini kullanıyor ve geriye sadece efsaneler kalıyor.

Lafı nereye getireceğim üç aşağı beş yukarı belli olmuştur, kısa yoldan söyleyeyim o yüzden. Yukarıdaki örneklerin arasına tenisi de ekleyecek olursak, neredeyse on yıl olmuş, bütün isimler değişiyor, rakipler-turnuvalar-sıralamalar değişiyor, ancak geriye yalnızca tek bir isim kalıyor: Roger Federer. Zaman uzun vadede eleğini kullandığı zaman, eleğin üst kısmında kalan hep o. Geçen yıl kortlarda fırtına gibi esen Nadal, bu yıl ortalarda yok. Sezonun ilk yarısında tarih yazan Djokovic, sezonun ikinci yarısında yok. Ama karşılarında onlar varken de, onlar yokken de duran tek bir isim var. Ondaki istikrar, performans ve mental güç, kendisine en zor zamanlarında bile yeni başarılar elde etmesini sağlıyorken, Nadal'ın, Djokovic'in, Murray'in pili belli bir dönem fazla çalıştığı için, erken bitiyor. Şöyle geniş bir açıdan bakıldığı zaman, geride envai eşit sakatlıkla uğraşan bir yığın tenisçi ve hala tüm azmi-profesyonelliği ile turnuva kazanmaya devam eden dev bir adam görülüyor. Daha ne olsun!

Kendimi onun oynadığı tenisi izleme imkanı bulduğum için şanslı sayıyorum. Kariyerinin hemen hemen tümüne tanıklık edebildim. Çoğu diğer spor dalındaki efsaneleri bilenlerden dinleriz, eskileri görmek benim kuşağıma kısmet olmadı, ama benim zamanımın efsanesi de o. Mutlaka Nadal'ın, Djokovic'in ve daha nice tenisçinin damaklarda bıraktığı tatların ayrı ayrı yerleri var, hepsi hafızalarda yer etmiş isimler. Fakat görünen bir gerçek var ki, kortlarda Federer olduğu müddetçe, değişmeyen tek isim de yine Federer olacak.

Çoğu tenisçide çöküşe yol açabilecek bir Amerika Açık finalinden sonra bile, muhteşem bir geri dönüş ile sezona son noktayı koyan yine o oldu ve neden efsane olduğunu bir kez daha gösterdi:

Ekselansları

26 Kasım 2011 Cumartesi

Grup İşleri Böyle İşte

 
En baştan söyleyeyim, sürpriz bir durum yok. Evet, Djokovic'in, Nadal'ın elenmiş olmasına ve Murray'in çekilmiş olmasına rağmen sürpriz yok. Turnuvayı başından beri adam akıllı takip edenler bu sonuçların normal olduğunu zaten görmüşlerdir. Djokovic'in turnuvayı iplemez tavırlarını görenler, Nadal'ın elinden geleni yapmasına rağmen, elinden gelenin şu an için bu olmasını izleyenler ve Murray'in katıldığı son turnuvadan sakat geldiğini bilenler, yarı final tablosuna bakınca şaşırmazlar. Zira ilk dört içinden sadece bir oyuncu (kaldı ki o da dördüncü), ikinci dörtlüden ise üç oyuncunun yarı finale kalması ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Gelmesin.

İkili averaj olayı değişik bir iş. Türkiye gibi profesyonel olmayı becerememiş, sporcularında yerin dibinde gezinen profesyonellik anlayışı olan ve her daim pis işlerin döndüğüne inanılan bir ülkede, ikili averaj değerlendirilebilir. Zira futbolu baz alacak olursak, bir iddiası kalmamış takımların son haftalarda nasıl yatışa geçtikleri ve maçları önemsemeden mücadele ettikleri herkes tarafından bilinen bir gerçek. Kaldı ki bunu, güya büyük diye tabir ettiğimiz takımlar bile yapıyor. Amaç belli, diğer büyüğü şampiyon yaptırmamak. Bu durumda kazananın, takımların genel averajına bakılmadan, kendi aralarındaki maçlara bakılarak belirlenmesi normal. Böyle üçüncü dünya ülkeleri için geçerli olabilecek bir sistem ikili averaj olayı yani.

Fakat aynı olaya bir de Premier League açısından bakarsak, oyuncular, son maçın son dakikasına kadar ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıkları ve zaten taraftarları da onlardan bunu istedikleri için (biz de taraftarlar da gerektiğinde takımının maça asılmamasını isteyebiliyor), ortalıkta hiçbir şekilde şaibe iddiaları dönmüyor. Eğer bir takım diğerini son maçta 5-0 yenerse, gerçekten bu skoru hak ettiği için almıştır diye inanılıyor. Bizdeki gibi satış olduğundan değil yani. Böyle bir ortamda ikili averajın zaten bir gereği yok, İngilizler de öyle yapıyor zaten, öncelik genel averajda.

Şimdi sezon sonu turnuvasında, hepi topu üç maç yapılıyor gruplarda zaten. Bu durumda ikili averaj da nereden çıkıyor anlamadım. Bu turnuva, alınan her setin, hatta her oyunun bile bir anlamı olduğu için güzel ve heyecanlı geçiyordu. Şimdi Berdych bey, geldi Ferrer'i yendi ve set olarak geride olmasına rağmen gruptan lider olarak çıktı. Tenisteki profesyonellik anlayışının yüksek olduğunu düşünüyordum, Spor Toto Süper Lig seviyelerinde olduğunu değil. Ferrer'in, Djokovic'i ve Murray'ı 2-0 yenmesinin hiçbir önemi kalmadı bu şekilde. Al sana turnuva.

Bu durumda Berdych'in birinci olarak gruptan çıkmasını geçtim, bu sonuç aynı zamanda turnuvanın en iyi iki oyuncusunun yarı finalde karşılaşmasına yol açtı. Zaten iki ya da üç oyuncunun hakkını vererek mücadele ettiği bu turnuvada, Federer ve Ferrer'in yarı finalde eşleşmesi büyük şanssızlık. Birisi yeniden yükselişe geçen, diğeri de kariyeri adına en yükseklerde gezinen isimler. Tercih yapamıyorum, kim giderse yazık olacak. Al sana ikili averaj!

Diğer yarı final maçı ise Berdych ve Tsonga arasında. Burada Berdych'i daha şanslı görüyorum. Gerçekten isteyerek ve elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak mücadele ediyor. Tsonga gibi anlık parlamaları olan bir adam yerine, her daim istekli bir adamın finale çıkmasını tercih ederim. Zaten Djokovic yerine Berdych'in yarı finale kalması daha iyi oldu; bu performansıyla bile Djokovic'in son maça kadar yarı final iddiası olması, turnuvadaki seviyenin nerelerde olduğunu gösteriyordur sanırım.

Bugün saat 16:00 'da Federer ile Ferrer arasında oynanacak yarı final ilk maçı, Ntvspor'umsu kanalımsıdan (onların bu turnuvadaki yayın politikası hakkında ayrı bir yazı yazacağım) canlı yayınlanacak. Ama benim bir uyarım var bu karşılaşmadan önce; bu maçı izlerken sakın yarı final maçını izlediğinizi düşünmeyin, bugün saat 16:00'da sezon sonu turnuvasının finalini izleyeceksiniz ve turnuvanın şampiyonunu bu maçın ardından göreceksiniz. İyi seyirler.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Bir tweener da Bob'dan



Bryan biraderlerden Bob tweener lob vurmuş. Çokça görüyoruz artık bu vuruştan ama çiftlerde boş alan bulma açısından daha bir zor sanki..

Son Düzlükte Olan-Biten


Yoğun iş hayatı tenis aşkımızı sekteye uğrattı resmen. Öğrencilik dönemimde sırf bazı maçları izleyebilmek için okula gitmediğimi, mütemadiyen bahar dönemi final zamanına denk gelen Roland Garros'u kaçırmamak için birçok kez rapor alıp, final mazeretine girmeyi göze alacak kadar gözü kara eylemlerde bulunduğumu hatırlarım. Fakat gel gelelim ki iş hayatı çok daha acımasız, ne o gözü karalık kalıyor insanda, ne de herhangi bir turnuvayı başından sonuna kadar takip etme fırsatı veriyor insana. Neyse ki Paris Masters bayram tatiline denk geldi, sezon sonu turnuvası da nispeten daha uygun saatlerde oynanıyor da, biz de bu sayede pasımızı üzerimizden atacak fırsatı bulabiliyoruz. Hey gidi öğrencilik hey!

Biz pasımızı attık diye sevinirken, tenisçilerin çoğu da Amerika Açık'tan sonra kepenkleri indirmiş gibi bir görüntü çizmekte. Djokovic sezonun yüzde 60'lık kısmında sanki intihar saldırısı yapmış ve tüm enerjisini o dönemde harcamış, maçlarda yüzünden düşen bin parça. Nadal zaten bu sezon boyunca ritmini hiç bulamamıştı, aynen öyle devam ediyor. Murray Asya turnuvalarında göz kırptığı sezon sonu turnuvasından, sakatlık nedeniyle çekildi. Soderling bir türlü iyileşemedi, Del Potro zaten sürünüyor, Tsonga bildiğin dengesiz. Böyle bir ortamda, kazandığın zaman tüm sezona imzanı attığın bir turnuva oynanıyor; artık oynanabildiği kadar.

Tabii bir de krizi fırsata çevirenler var. Nasıl ki bu dünyada zenginlik olduğu müddetçe yoksulluk da alabildiğine var olacaksa, teniste de bazıları sürünürken, bazıları parlayacak, bazılar eski günlerine selam çakacak, bazıları daha önce şamar oğlanı olduğu sezon sonu turnuvasında iddialı bir hale gelecek, bazıları hiç hak etmediği halde ilk sekize girecek, bazıları da tatildeyken turnuvaya dahil edilecek. Federer, Ferrer, Fish ve Tipsarevic, bu noktada verilebilecek güzel örnekler. Berdych, Nishikori, Isner ve Monfils de bu yokluk içerisinde iyi ekmek yediler, sezonun sonlarına doğru sıralamalarında güzel sıçramalara imza attılar.

Djokovic'i zorla oynatıyorlarken, Murray çekilmişken, Nadal bütün gayretlerine rağmen fazla bir şey yapamazken, Tsonga'dan bu istikrasızlığı ile bir cacık olmayacakken, bu isimleri bir çırpıda harcamakta sakınca yok diye düşünüyorum. Onların yerine şu dönemde daha fazla yer verilmeyi hak eden iki isim var kanımca; Federer ve Ferrer.

Federer'den başlayalım. Çok iyi servis atıyor ekselansları, şu anda ufak bir galibiyet serisi de oluşturdu kendi çapında. Bu akşamki Nadal maçında eskiye atıfta bulundu, ben bir zamanlar böyleydim dedi. Unutanlara duyurulur. Bu servis performansı ve seyirci desteğiyle, üstüne bir de karşısında kendisini zorlayacak pek bir isim görünmüyorken, final yolu açık. Hatta turnuvanın şu anda bir numaralı favorisi denilebilir. Onu bu haliyle izlemek gerçekten bir keyif, geçen sene de yapmıştı bu zamanlar aynısını, yine tekrarlıyor. Bu turnuvada üç maç daha oynayacak muhtemelen, eski Federer'den esintiler görmek isteyenler kaçırmasın; zira her zaman bulunmuyor kendileri bu performansta.

İkinci isim ise Ferrer; bir istikrar abidesi, adeta bir tenis işçisi. Kapasitesi sınırlı, ama yüreğiyle oynuyor derler ya hani iyi mücadele eden sporcular için, bu listeye birinci sıradan girer. He bir de fark ettiğim kadarıyla servislerini biraz iyileştirmiş, bunun da ödülünü alıyor fazlasıyla zaten. Şu an için performansı çok iyi. Fakat bu nefes Federer'e yeter mi bilmiyorum. Yine de geçen sene şamar oğlanına döndüğü bu turnuvada, yarı finalin altında bir derece almayacağı kesin. Müzmin beşinci Ferrer, bu turnuvanın ikinci en gözde ismi, tavsiye edilir.
 
Gönül isterdi ki sekiz ismin sekizine de değineyim. Ama gerçekten gerek yok. Diyorum ya, sanki zorla getirmişler beyefendileri. Berdych istekli, onun da hevesini Djokovic kırdı. Fish gayret ediyor, ama ben hala onun nasıl bu turnuvaya katılabildiğini anlamış değilim. Tsonga'ya baksan, canı istemedi mi asla oynamıyor, ne zaman canının isteyeceğini de ölsen bilemiyorsun. Yani böyle garip bir turnuva işte; bir tarafta yerlerde sürünenler, diğer tarafta da yeniden zirveyi hatırlayan Federer ve kariyerinde zirve yapmakta olan Ferrer. He bu arada unutmadan, Tipsy de katıldı şimdi aralarına. Tatilini bozdular çocuğun ama olsun, renk katar.

WTF 3. Gün


World Tour Finals'da üçüncü gün her zaman rüya eşleşme olarak nitelediğimiz Federer - Nadal maçına sahne oldu. Ancak beklentilerin aksine Fed baştan sona domine ederek yalnızca 3 oyun bırakarak maçı kazanmayı başardı.

Karşılaşma ikili arasındaki maçlarda bir tarafın en az oyun kaybıyla kazandığı maç olma özelliğini taşıyor. Ama tabii 2008 Roland Garros finalini unutmayalım, üç setlik maçta 4 oyun bırakmıştı Nadal...

Bu sonuçla yarı finale yükselmeyi garantiledi Federer. Nadal - Tsonga maçı gruptan çıkacak diğer ismi belirleyecek. Öte yandan Andy Murray de kasığındaki çekme sebebiyle turnuvadan çekildiğini açıkladı. Yerini Janko Tipsarevic aldı.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Hantuchova 2012


Dani'nin 2012 yılı takvim çalışmasından bir kaç kare. Hasılatın bir kısmı Kamboçya'da HIV tedavisi gören çocuklar yararına bağışlanacakmış. Takvim 22 dolar bu arada ;) Ağustos da çok fena olmuş..

WTF 1. Gün


WTF'nin tenisten oldukça uzaklaştığım yoğun bir döneme denk gelmesi kötü oldu. Maçları doğru dürüst takip etme şansım olmayacak, yine de elimden geleni yapıcam.

İlk gün ölüm grubunun maçlarıyla geçildi. Grubun iki favorisi üçer sette galip gelmeyi bildi. Nadal'ın da midesi bozulmuş, üçüncü sette 2-0 öne geçtikten sonra koşarak tuvalete gitmiş.. Artık nasıl rahatladıysa dönüşte 3 oyun üstüste vermiş ahahha =)

16 Kasım 2011 Çarşamba

Londra'da Gruplar Belli Oldu


Önümüzdeki hafta Londra'da başlayacak olan ATP Sezon Sonu Şampiyonasında gruplar belli oldu. Buna göre ilk grup N.Djokovic (1) -A.Murray (3) - D.Ferrer(5) ve T.Berdych(7) ten oluşurken çok daha zorlu ve keyifli mücadeleler izleyeceğimizi düşündüğüm ikinci grup R.Nadal (2) - R.Federer (4) - J.W.Tsonga (6) ve M. Fish (8) ten oluşuyor.

İlk gruptan çıkması muhtemel isimler ilk bakışta Nole ve Andy gibi dursa da Nole'nin omuz sakatlığı olduğunu ve tüm yıl boyunca diğer oyunculardan çok daha fazla efor sarf edip yorulduğunu biliyoruz. Özellikle Basel'de Nishikori'ye kaybettiği 3. setten sonra akıllarda soru işaretleri oluşmuyor değil. Diğer taraftan Murray çıkmak için ciddi bir şansa sahip. Bu ikiliye problem çıkartabilecek isim ise sezonun son kısmında iyi bir form grafiği tutturan Tomas olabilir.

İkinci grup ise kelimenin tam anlamıyla rüya gibi bir grup olmuş. Federer ve Rafa'nın aynı grupta olmasının yanına bir de çok iyi bir 3.isim eklenmiş:Tsonga. Özellikle Federer'e çok ters gelen bir isim. Bu gruptan çıkacakları tahmin etmek gerçekten zor olsa da ben sürpriz olacağını düşünmüyorum. Özellikle çok formda ve o 4 senelik dominasyon günlerini hatırlatan Roger bence gruptan lider olarak çıkacaktır. 2.isim ise ya Tsonga ya rafa olacak gibi duruyor. Gene formda bir Tsonga..Onu etkileyebilecek şey sadece fiziksel yorgunluğu olabilir.Zira Londra'ya gelebilmek için yılın son döneminde epey turnuva oynadı. Rafa'nın ise çok formda olmamakla beraber Paris 'ten çekilerek dinlenmiş olduğunu söylemek mümkün.

Gruplardan çıkanlar kimler olursa olsun çok keyifli bir turnuva olacağı kesin.20 Kasım sabırsızlıkla bekleniyor.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Haftanın Şampiyonları


ATP'de normal sezonun son haftası 9. ve son Masters turnuvasına ev sahipliği yapan Paris'te gerçekleşti. Şampiyon son iki haftada yakaladığı performansla Sezon Sonu turnuvasına göz kırpan Roger Federer oldu.

Fed bu sonuçla kendi adına bir ilke daha imza attı ve 9 Masters turnuvasında final oynamayı başaran tek isim oldu. Ayrıca Nadal'la arasındaki Masters şampiyonluğu farkını da 1'e indirdi.

Bir diğer ilginç not da bu sezon oynanan 9 Masters turnuvasını ilk 4'deki isimlerin paylaşması oldu. Şaşırdık mı ? Tabii ki hayır..

Paris Masters
Roger Federer def. Jo-Wilfried Tsonga 6-1 7-6(3)

12 Kasım 2011 Cumartesi

Londra'da 8 Yakışıklı

Londra'da 2 hafta sonra başlayacak yılın en prestijli 5 turnuvasından Barclays World Tour Finals a katılacak 8 isim belli oldu. Muhteşem 4lü zaten çok önceden garantilemişti büyük puan farklarıyla.Onlara katılacak diğer dört isim de Ferrer Tsonga Berdych ve Fish . Bu 4lünün dışında açıkçası beni en çok heyecanlandıran isim Tsonga . Özellikle Federer ve Nole ye ters gelen bi isim.İlerleyen günlerde oyuncuların form durumlarını bilgilerini ve kısa tanıtımlarını da içeren bir yazı yazacağım- bi sonraki yazıda görüşmek üzere.

Bu arada ben de Londra da canlı olarak izleme fırsatı bulacağım.Sabırsızlıkla bekliyorum :)

7 Kasım 2011 Pazartesi

Bali'de şampiyon yine Ivanovic


2009'dan beri Bali'de düzenlenen ikinci sezon sonu turnuvasında şampiyon, geçen sezon olduğu gibi yine Ana Ivanovic oldu.

Turnuva hakkında bilgisi olmayan varsa şöyle özetleyelim. Sezon boyunca en az 1 International turnuva kazanmış 8 oyuncu katılıyor, tabii bu oyuncuların WTA Champs'da yer almaması gerekiyor. Ayrıca wild card'da verilebiliyor bu turnuva için.

Ana'ya Bali'nin yerel kıyafetleri yakışıyor resmen, geçen senekini de çok beğenmiştim.

2011 Fed Cup Şampiyonu: Çek Cumhuriyeti


Moskova'da gerçekleştirilen 2011 Federasyon Kupasında şampiyon Rusya'yı 3-2'yle deviren Çek Cumhuriyeti oldu.

Kadroları görünce Çek'ler alır demiştim ama Safarova baya baya kötü oynadı, 2 maçını da kaybetti. Serinin düğümü 5. ve son maç olan çiftler maçında çözüldü. Çiftlerde çok daha tecrüeli olan Hradecka/Peschke ikilisi de iki sette rahat kazandı.

Kvitova için bir büyük başarı daha, sezon boyunca takımı sırtladı. Finalde de geldi iki maçını kazandı. Kapalı kort turnuvalarındaki galibiyet serisini 21 maça taşıdı.

2 Kasım 2011 Çarşamba

Maskeli Djokovic #3


Nole, burada ve şurada da görüldüğü üzere bu sene de Cadılar Bayramı'nda korta maskeyle çıkmış. Yalnız maskenin ne olduğunu çözemedim, Joker'e benziyor ama pek de o değilmiş gibi geldi.

31 Ekim 2011 Pazartesi

WTA Champs 2011'in ardından


WTA'in en büyük organizasyonlarından biri olan sezon sonu şampiyonasını canlı izlemek bir yana organizasyonun bu denli başarılı olması beni çok çok mutlu etti.

Sinan Erdem'deki seyirci ortalamaları inanılmaz. 6 günde toplam 70.824 kişi izlerken, günlük ortalama 11.804 kişiydi. Sanırım Doha'yı toplamda 3-4e katlamışızdır. Tabii asıl önemli olan seyircinin niceliğinden çok niteliğiydi, İstanbul seyircisi resmen sınıf atladı.

Ben açıkçası yıllardır satellite, challenger demeden yerinde turnuvaları takip etmiş biri olarak bu kadar kaliteli bir seyirci kitlesiyle karşılaşacağımı düşünmemiştim. Tepkiler genelde yerinde ve iki tarafıda destekler nitelikteydi. Haftanın geneline baktığımızda benim gözlemlediğim kadarıyla seyircimiz Sam ve Kvitova'yı çok sevdi. Ama hiç bir maçta da öbür tarafa haksızlık yapmadı. Tenis kültürü adına en sevindirici olay buydu bana kalırsa çünkü bizim spor anlayışımızda ağır bir taraf tutma sevdası var. Her nasılsa korta yansımadı hiç gerçekten bu hafta beni en mutlu eden şeylerden biri buydu.


İstanbul Cup 2007'in Masha'lı, Venus'lü, Lena D'li efsane ana tablosundan sonra bu hafta da gördük ki Türk seyircisi üst düzey turnuva izlemek istiyor. Umarım bu turnuva ve önümüzdeki iki sene bazı şeylerin başlangıcı olur. Türkiye Tenis Federasyonu böylesine büyük bir organizasyonun altından -uygun fiyat politikası ve yeterli tanıtımla- başarılıyla kalktı. Zaten Başkan Ayda Uluç'un yüz ifadesi de bu gururu hafta boyunca yansıttı.

WTA ve ITF organizasyondan hayli memnun kaldıklarını her fırsatta dile getirdi zaten. Artık yapılması gereken ufak tefek aksaklıkların giderilip seneye daha da başarılı bir organizasyonun yapılması.

Haftanın Şampiyonları


WTA'de haftayı sezon sonu şampiyonasıyla geçirirken ATP'de oynanan iki turnuvanın şampiyonları Jo-Wilfried Tsonga ve Marin Cilic oldu.

Viyana'da sezonun ikinci kupasına ulaşan Tsonga, World Tour Finals için de 7. sıraya yükselerek büyük avantaj sağladı.

St.Petersburg'da ise şampiyon son haftaların formda ismi Tipsarevic'i yenen Cilic oldu. Tipsy kazansaydı 9 numaraya yükselicekti. Gerçi Fish'le aralarında baya bir puan farkı var ama hala bir şansı var.

30 Ekim 2011 Pazar

İstanbul'un Sultanı Petra Kvitova


WTA Champs 2011'in şampiyonu Victoria Azarenka'yı 2 saat 28 dakika sonunda 7-5 4-6 6-3'lük üç setle deviren Petra Kvitova oldu.

Fazla söze gerek yok aslında, Petra ilk sette 5-0'ı yakaladıktan sonra resmen durdu. Kötü gününde hiç çekilmeyen, hata üstüne hata yapan haline döndü bir anda. Seti koparacak herhalde Vika diye beklerken 11. ve 12. oyunda gösterdiği dirençle seti bitirmeyi başardı.

Seti kaybeden dağılır diye düşünüyordum ama Vika dağılmadı, bir o tarafa bir bu tarafa dönen seti 6-4'le hanesine yazdırıp maçı final setine taşımayı başardı.

Final setinde yine ilk setin başında olduğu gibi Kvitova üstüste oyunlarla üstünlüğü sağladı ve maç sonuna kadar korumayı başardı.

Arada çok abuk sabuk hatalar izlesek de finale yakışır bir mücadele ortaya kondu. 13binin üzerindeki tenis sever de salondan keyifle ayrıldı. Turnuvanın şampiyonu Kvitova oldu ama gerçek şampiyon 11bin küsür günlük ortalama sağlayan İstanbul seyircisi oldu. Zaten kupa seremonisinde de memnuniyetlerine dile getirmekten çekinmediler.

28 Ekim 2011 Cuma

Vera ve Sam ikinci yarı finalistler oldu



İkinci yarı finalistlerin belli olduğu WTA Champs İstanbul'un 4. gününde Vika, Sam ve Bartoli kazanan isimlerdi.

Kazananın yarı finale yükseleceği günün ilk maçında Stosur, Li'ye göz açtırmadı, baştan sona ezici bir üstünlük kurduğunu söylemek gerekiyor. İkinci maçta çalışmayan forehand bu kez çok iyiydi.

İkinci maçta ise Radwanska'nın 1 set alması yarı finale yükselmesi demek oluyordu ama iki sette de yakaladığı şansları kullanamadı. İlk set 5-1 öndeyken bir şekilde kaybetmeyi başardı. İkinci setin uzun süren kritik 7. oyununda üstüste servis kırma şanslarını kullanamayınca yarı finalin kıyısından dönmüş oldu.

Günün son maçında ise Masha'nın yerine giren Bartoli, Vika'yı 3 sette geçmeyi başardı. Açıkçası Bartoli'den hiç hazetmediğim için izlemeden çıktım salondan..

Yarı final eşleşmeleri de Vika - Vera ve Petra - Sam şeklinde oluştu. Yarın güzel bir gün olacak ;)

Round Robin - Red Group
Petra Kvitova def. Agnieszka Radwanska 7-6(4) 6-3

Round Robin - White Group
Marion Bartoli def. Victoria Azarenka 5-7 6-4 6-4
Samantha Stosur def. Li Na 6-1 6-0

27 Ekim 2011 Perşembe

İlk yarı finalistler belli oldu


Turnuvada üçüncü günü de geride bıraktık. Petra ve Vika yarı finale yükselmeyi garantiledi. Dün yazamadık ama Masha, Li'ye yenilince turnuvadan çekildi. Yarın yerine Bartoli oynayacak. Tabii henüz yarı finalde eşleşmeyecekleri belli değil ama Vika - Petra finali ufukta görünüyor. Güzel olur bence..

Round Robin - Red Group
Petra Kvitova def. Caroline Wozniacki 6-4 6-2
Agnieszka Radwanska def. Vera Zvonareva 1-6 6-2 7-5

Round Robin - White Group
Victoria Azarenka def. Li Na 6-2 6-2


Round Robin - Red Group
Vera Zvonareva def. Caroline Wozniacki 6-2 4-6 6-3

Round Robin - White Group
Li Na def. Maria Sharapova 7-6(4) 6-4
Victoria Azarenka def. Samantha Stosur  6-2 6-2

26 Ekim 2011 Çarşamba

İlk günün kazananları


WTA Champs'ın ilk gününde Sinan Erdem'de hoş bir hava vardı. Hafta içi olmasına rağmen epey doluydu zaten sonradan resmi rakamlar 10binin üzerinde izleyi olduğunu gösterdi. Haftasonu çok daha kalabalık olacaktır.

Açılış seremonisi sönük geçti. Korta yansıtılan görsel şov gayet güzeldi ama 5 dakika sürdüğü için 4 kere falan arka arkaya verdiler, saçmaydı. Ya uzun tutsalardı ya da başka bir şov yapsalardı ne biliyim..

Maçları zaten hem Ntvspor'dan hem de Eurosport'tan izleyebiliyorsunuz o yüzden fazla yorum yapmaya gerek yok diye düşünüyorum. Caro'nun maçı çok sıkıcıydı, resmen bunalttı bizi, zaten 5-4 40-0'dan seti verdiğinde maçın gidişatı belli olmuştu.

Petra'da fazla iyi oynadı, Vera karşılık veremedi. Masha'da ilk sette komik bir oyun ortaya koyduktan sonra toparladı ikinci sette ama yine de ritim tutturamadı. Bir aya yakındır oynamıyor normaldir diye düşünüyorum.

Round Robin - Red Group
Caroline Wozniacki def. Agnieszka Radwanska 5-7 6-2 6-4
Petra Kvitova def. Vera Zvonareva 6-2 6-4

Round Robin - White Group
Samantha Stosur def. Maria Sharapova 6-1 7-5

24 Ekim 2011 Pazartesi

Elite 8 Çekimleri


Azarenka zaten yoktu da Zvonareva'nın tek çekimini bulamadım. Kıyafetleri çok beğendiğimi söyleyemicem. Özellikle Caro'yla Masha'nınki hayal kırıklığı oldu. Bana göre en iyisi Petra'yla Na Li olmuş.

WTA Champs Grupları


Bayrağımızdan esinlenerek oluşturulan kırmızı ve beyaz grupların kura çekimi dün yapıldı. Buna göre kırmızı grupta Wozniacki, Kvitova, Zvonareva ve Radwanska yer alırken; Beyaz grupta Sharapova, Azarenka, Li ve Stosur yer aldı.

Kısaca oyuncuların 2011 yılına göz atalım;

Caroline Wozniacki
2011 Şampiyonlukları: Dubai, Indian Wells, Charleston, Brussels, Copenhagen, New Haven
2011 En iyi GS Derecesi: Avustralya Açık & Amerika Açık'da yarı final

Petra Kvitova
2011 Şampiyonlukları: Brisbane, Paris [Indoors], Madrid, Wimbledon, Linz
2011 En iyi GS Derecesi: Wimbledon şampiyonluğu

Vera Zvonareva
2011 Şampiyonlukları: Doha, Baku
2011 En iyi GS Derecesi: Avustralya Açık yarı final

Agnieszka Radwanska
2011 Şampiyonlukları: Carlsbad, Tokyo, Beijing
2011 En iyi GS Derecesi: Avustralya Açık çeyrek final


Maria Sharapova
2011 Şampiyonlukları: Rome, Cincinnati
2011 En iyi GS Derecesi: Wimbledon finali


Victoria Azarenka
2011 Şampiyonlukları: Miami, Marbella, Luxembourg
2011 En iyi GS Derecesi: Wimbledon yarı final

Na Li 
2011 Şampiyonlukları: Sydney, French Open
2011 En iyi GS Derecesi: Fransa Açık şampiyonluğu


Samantha Stosur
2011 Şampiyonlukları: US Open
2011 En iyi GS Derecesi: Amerika Açık şampiyonluğu

Haftanın Şampiyonları


Dört turnuvalı haftanın şampiyonları Gael Monfils, Janko Tipsarevic, Dominika Cibulkova ve Victoria Azarenka oldu.

WTA'de normal sezon Lüksemburg ve Moskova'da oynanan turnuvalarla sona erdi. Artık gözler İstanbul ve Bali'de oynanacak sezon sonu turnuvalarında.

Vika kariyerinin 8. kupasına ulaşıp İstanbul öncesi iyi sinyaller verirken Cibulkova'da kariyerinin ilk şampiyonluğuna ulaşmayı başardı. ATP'de ise Monfils sezonun ilk şampiyonluğuna ulaşırken, All Serbian Final'da gülen taraf Tipsarevic oldu.

21 Ekim 2011 Cuma

8. isim Radwanska


Önümüzdeki hafta Sinan Erdem de başlayacak olan BNP Paribas WTA sezon sonu şampiyonasına katılan 8. ve son isim Polonyalı Agniezska Radwanska oldu. Agni Safarovaya yenilince acaba son bileti Bartoli mi alacak diye düşünürken,Rusya'dan gelen Marion 'un çekilme haberiyle Polonyalı rahat bi nefes aldı. Daha önce İstanbul'a gelmeyi garantileyen 7 isim Caro Masha Vera Li Sam Petra ve Vicka olmuştu.

20 Ekim 2011 Perşembe

Bartoli'nin İstanbul inadı


Ben ne zaman imkansız ya da imkansıza yakın desem gerçekleşiyor efenim. Bartoli için İstanbul şansı yok dedik, hatun azmetti geliyor.

Dün Radwanska, Safarova'ya kaybedince gözler doğal olarak Bartoli'ye çevrildi. İstanbul bileti için turnuvayı kazanması gerekiyor. Bugün Pervak'a 2 oyun bırakarak çeyrek finale yükseldi. Şimdi rakip Vesnina. Ama tabii yarı finalde Zvonareva bekliyor olacak büyük ihtimalle.

Radwanska'da Vera'nın kıyağını bekler durumda..

19 Ekim 2011 Çarşamba

Ayran güzeli Masha


Geçtiğimiz hafta bugün İstanbul'a geldiğini facebook'tan duyuran Masha, türk yemeklerini ve ayran makinesini çok sevmiş =)

Sakatlık durumu da iyi gözüküyor, umarım bir aksilik olmaz da izleyebiliriz.

Haftanın Şampiyonları


Üç turnuvalı haftanın şampiyonları Andy Murray, Petra Kvitova ve Marion Bartoli oldu.

Andy Murray sonunda muradına erdi. Bütün sezon yatıp Asian streak yapan Andy, Federer'i numaradaki koltuğundan indirmeyi başardı. Kendisini tebrik ediyoruz, azmetti hakkaten, keşke şu performansı sezonun geneline yayabilse. Ferrer'de Masters'lardaki şerefli ikinciliklerine devam ediyor.

Rüya Wimbledon şampiyonluğundan sonra sesi soluğu kesilen Petra Kvitova'da sezonun 5. kupasını Linz'de kaldırmayı başardı. Bu haftayı evinde geçirip cumartesi İstanbul'a geliyormuş, hadi bakalım..

Osaka'da ise Marion Bartoli şampiyonluğu kazanıp İstanbul hayallerini canlı tutmayı başardı. Tabii neredeyse imkansızı arıyor bu hafta. Radwanska bu akşam Safarova'ya karşı oynayacağı maçı kazanırsa 8.lik garanti. Yok kaybederse, Bartoli'nin turnuvayı kazanması gerekiyor. Çooooook zor iş..

ATP Shangai Masters
Andy Murray def. David Ferrer 7-5 6-4

WTA Linz
Petra Kvitova def. Dominika Cibulkova 6-4 6-1

WTA Osaka
Marion Bartoli def. Samantha Stosur 6-3 6-1