5 Eylül 2013 Perşembe

Varsın Kurt Kocasın, Ama Ne Olur Maskara Olmasın





Büyümekle yaşlanmak aynı şey değil.

Mesela ben büyüdüm. Öğrencilik dönemimde takriben yaz okulu final dönemine denk gelen Amerika Açık'ı sınavları göz ardı edip sabahlara kadar kaçırmadan takip ederken, acımasız iş hayatının yazı kışı olmadığı için hakkını vererek izleyemiyorum bile. İşten gelip bir önceki gecenin maçlarının tekrarını izleyeyim derken bir bakıyorum yeni günün maçları başlamış, yeni günün maçlarını izleyeyim derken bir bakıyorum tekrar gece olmuş, gece bütün direncimle maçları izlemeye çalışırken bir bakıyorum yine ekran karşısında uyuya kalmışım, ve bu döngünün sonunda bir bakıyorum işe yine taksiyle gitmişim.

Büyümek böyle bir şey; hayatta keyif alarak yaptığın şeylerden feragat edip kendini para karşılığında birilerinin hizmetine sunma yaşına geldiğin zaman büyümüş oluyorsun demek ki.

Ama bir de yaşlanmak varmış.

Mesela Federer yaşlandı. Gözümüzün önünde genç yetenekti, gözümüzün önünde yıldız oldu, gözümüzün önünde tenisin gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu oldu, ve şimdi gözümüzün önünde gidiyor. İyi bir gidiş şekli değil bu, iyi bir gidişat hiç değil.

İnsanlar benim yedinci sırada olmama üzülüyor, boşuna üzülmesinler, ben bu durumu hiç önemsemiyorum demiş ekselansları.

Üzülen insanlar yedinciliğe mi üzülüyorlar, yoksa bir efsanenin gözlerinin önünde çöküşüne tanıklık ettiklerine mi üzülüyorlar? İnsanlara acı veren şey yedincilik mi, yoksa bir toprakçıya sert kortta yenilmek mi? İnsanları ilgilendiren şey haftalık sıralamadaki yer mi, yoksa bir efsanenin artık geri gelmemek üzere gittiğini hissetmeleri mi?

Daha acısız bir son mümkün müydü acaba? Mesela 2012 Wimbledon zaferinden sonra, başladığım yerde, başladığım gibi bitiriyorum dese daha mı iyi olurdu sanki?

Ya da biz hayranları kendimize şöyle mi desek? Böyle bir adam daha kaç defa bu kortlara gelecek; ister yensin ister yenilsin, ister yedinci olsun ister yetmiş yedinci, ister Wimbledon'da ilk 100 dışındaki adamlara yenilsin, ister sert kortta bir toprakçıya kaybetsin.

Sen onu izlemene bak, o korttayken onu izlediğin her dakika, senin için bir daha yakalanamayacak bir fırsat. Şu anda en azından bir sonraki turnuvayı bekleyelim, belki orada kendini yeniden bulur deme şansın var, yakında bunu da diyemeyeceksin diye teselli mi etsek kendimizi acaba?

Ya da biz hiç büyümesek, o hiç yaşlanmasa. Biz yine tenis aşkıyla sınavlardan kalsak ama o da bandını takıp uzun saçlarını arkadan toplasa, biz yine finalleri kaçırsak ama o Wimbledon çimlerinde Sampras'ı sallarken insanlar da hayretle kimmiş bu çocuk dese, o bir efsane olurken biz de buna tanıklık etsek.

En iyisi biz hiç yaşlanmasak, o da tenisi hiç bırakmasa?