25 Temmuz 2011 Pazartesi

WTA Champs 2011 İstanbul Reklamı

Haftanın Şampiyonları


Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de ilk kez düzenlenen WTA turnuvasında şampiyon Vera Zvonareva oldu. Kariyerinin 12. şampiyonluğuna ulaşan Vera, bu sezon ikinci kez bir kupa kaldırdı. Baku Cup da bölgedeki ülkelerin oyuncuları için şahane bir vitrin oldu. Zaten ana tabloya bakarsanız en Avrupalı isim Rezai oldu. Tablonun tamamına yakını Rusya, Ukrayna, Gürcistan ve Kazakistan'dan oluştu.

Hamburg'da Gilles Simon bu sezon ikinci kez mutlu sona ulaşırken Almagro'da bu seneki 6. finalinden üçüncü kez eli boş döndü. Atlanta da ise geçen senenin kopyası bir final izledik. Fish, geçen sene olduğu gibi yine Isner'i yine üç setlik bir maç sonunda geçip şampiyonluğa ulaştı.

Bu hafta Türk tenisi için de yoğun bir hafta oldu. Hamburg'da elemeden çıkıp ikinci tura yükselen Marsel'in yanısıra İpek'in efsanevi şekilde kaybettiği Bükreş'deki çiftler finali ve Samsun'da düzenlenen 25K ITF Challenger turnuvasında boy gösteren temsilcilerimiz de oldu. 1 numaralı seribaşı Çağla'ydı ama ikinci turda elendi. Melis Sezer'de ikinci tur görürken Pemra çeyrek finalde Domachowska'ya yenilip turnuvaya veda etti.

Samsun'da zafere ulaşan Yulia Putintseva'ya da ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Heyecan yapmaya gerek yok ama yetenekli bir kız olduğu kesin. Henüz 16 yaşında ve Junior kariyeri başarılı diyebiliriz. Son 1 ay içinde ikinci 25K'lık Challenger zaferi olması dikkat çekici. Takip listesine alalım, sezonun geri kalanında neler yapacak izlemek lazım. Yalnız henüz 16 yaşında dedik ama boyu da bir hayli kısa, daha ne kadar uzar bilemem ama büyük dezavantaj..

WTA Baku
Vera Zvonareva def. Ksenia Pervak 6-1 6-4

ATP Hamburg
Gilles Simon def. Nicolas Almagro 6-4 4-6 6-4

ATP Atlanta
Mardy Fish def. John Isner 3-6 7-6(6) 6-2

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Alamanya'da Olamayan Alaman


2010 yılında, Roland Garros'ta Tsonga karşısında ilk turda kaybettiği beş setlik maçın ardından dikkatleri üzerine çekmiş, Wimbledon'da yükselmeyi başardığı dördüncü tur ile de "hot prospect for the future" unvanına layık görülmüştü. Üstüne üstlük birinde turnuvanın ev sahibine, diğerinde de finalistine kök söktürerek elenmesi, belki de onun daha yukarılara çıkmasını engellemişti. Çünkü o zamanki formuyla bunu yapabilecek kapasitesi var görünüyordu. Yaşı daha genç olduğu için bu yenilgiler fazla önemli değildi, aksine, sınıf atlaması açısından müthiş iki turnuva olmuştu 2010 RG ve Wimbledon turnuvaları. Geçtiğimiz iki haftada Almanya'da üst üste iki turnuva oynanırken, aklıma bir anda o geldi. Memleketinde önemli organizasyonlar düzenlenirken, hani nerede bu Almanların genç yeteneği diye sordum kendime. Almanya gibi ev sahibi avantajının sonuna kadar kullanıldığı bir yerde, belki de bu desteği en fazla arkasına alacak isim, bu turnuvalarda niye yoktu? Cevabı ise, 2010 Wimbledon sonrası incelendiğinde tüm açıklığıyla çıkıyor zaten ortaya, fazla çaba gerektirmiyor.

Daniel Brands'tan bahsediyorum. İyi bir yeni nesil tenisçi adayıydı. Uzun boy, iyi servis, güçlü forehand üçlemesiyle, ATP'de çağın gereklerini üzerinde toplamış, asla ilk üçe giremeyecek olsa da, ilk 10-15 tenisçi arasında rahatlıkla yer bulabilecek potansiyeli göstermişti. Robin Soderling, Mardy Fish ve Tomas Berdych'in hemen hemen aynı özelliklerle ilk 10 içerisinde yer bulabildiği bu turda, mutlaka ona da yer olmalıydı. Ama o, gereken patlamayı bir türlü yapamadı, hem de bir yıldır yapamadı. Üstüne bir Roland Garros daha geçti, hatta bir Wimbledon daha geçti. O ise, Roland Garros'un ilk turunda Kukushin'e üç sette elendi, Wimbledon'a ise katılamadı bile. İlk eleme turunda elendi gitti.

2010 Wimbledon'dan sonra neredeyse katıldığı tüm ATP turnuvalarında birinci veya ikinci turda elendi. Hemen hemen her hafta bir turnuvaya katıldı, ama bu turnuvalar birer ikişer maçla tamamlandı onun için. İstikrarlı bir kaybeden oldu artık turda. Bu geçen bir yıl içerisinde katıldığı Challenger turnuvalarında ise, bir turnuvada finale çıktı, bir tanesini de kazandı. Onun dışındaki Challenger'larda da iki üç turda sonlandı serüvenleri. Kazandığı turnuva iki hafta önce Oberstaufen'deki turnuvaydı.İki hafta önce bu Challenger turnuvasını kazandıktan sonra, bu hafta Hamburg'daki ATP 500 turnuvası yerine, gitti Orbetello'daki Challenger turnuvasına katıldı. Bu kararında ne etkili oldu bilmiyorum, büyük turnuvaya katılıp ilk turda elenmek yerine, küçük turnuvada daha yukarılara oynarım diye düşündüyse, bu anlayışla küçük takımların büyük oyuncusu olmaktan daha ileri gidemez. He ayrıca Challenger'e katıldı da ne oldu sanki, orada da ikinci turda elendi gitti.

Ciddi bir sıkıntı içinde olduğu kesin. Her hafta oradan oraya savrulup dururken, ne olacak benim halim diye mutlaka düşünüyordur. Acelesi de yok zaten, henüz 24 yaşında. Ancak gidişat hiç ışık vermiyor. İstikrarsız diyeceğim değil, çünkü adam istikrarlı bir şekilde kaybediyor. İzlediğim birkaç maçında, hiç motive bir oyuncu izlenimi vermedi. Bu işi sanki zorla yaptırıyorlar ona. İl il gezen panayırlarda, zorla gösteri yaptırılan kaçırılmış küçük çocuklar gibi, sanki bunun da birisi elinden tutmuş, zorla turnuva turnuva gezdiriyor. Onun ise umrunda değil; çıkıyor, maçını oynuyor, kaybediyor ve gidiyor. Bakalım nereye kadar?

22 Temmuz 2011 Cuma

İpek / Camerin finalde kaybetti

İpek Şenoğlu ve partneri Maria-Elena Camerin, Bükreş'deki 100K Challenger finalinde Romen çift Begu / Bogdan ikilisine 7-6 6-7 14-16 yenilerek ikinci oldu.

Gerçekten güzel bir maç oldu, keşke sonu da istediğimiz gibi olsaydı ama klasik bir şekilde bir çok fırsattan yararlanamadı İpek ve partneri.

İkinci set tie break'inde İpek harika oynadı ama basit hatalarıyla Camerin çileden çıkardı. Maç tie break'i ise nefesleri kesti. 9-8, 11-10 ve 13-12'de birer maç puanından yararlanamayan İpek / Camerin çifti, durum 14-14 iken Bogdan'ın süper winner'ı ile önce mini break'i verdi ardından Begu'nun ace'iyle maçı kaybetti.

Özellikle 9-8'de İpek'in kaçırdığı file önü volesi can yaktı, diğer iki maç puanında iyi oynayan taraf Romen çift oldu. Elena Bogdan da saha içindeki tavırlarıyla kendinden nefret ettirmeyi başardı.

19 Temmuz 2011 Salı

Marsel Hamburg'da turladı


Bu hafta ATP Hamburg'da mücadele eden temsilcimiz, eleme turunda kazandığı iki maçın ardından ana tabloya yükselmiş ve ilk turda ev sahibi Petzschner'le eşleşmişti.

İşte bugün oynanan ilk tur maçını 2 saat 17 dakikalık bir maç sonunda Marsel kazanmayı başardı. İlk setinde oldukça rahat bir oyun ortaya koyup 6-2'yle kazanan Marsel, ikinci sette 4-5 geriye düşüp, 10. oyunda servisini ilk kez kırdırdı ve maça denge geldi.

Final setine hızlı başlayıp 2-0 öne geçen Alman raket, avantajını koruyamadı ve iki kez servisini kırdırıp 4-3 geriye düştü. Bir sonraki oyunda servisini kaybeden Marsel, maçı tie break'e kadar götürüp maçı ikinci maç puanında bitirmeyi bildi.

Tabii geçen haftaki sonuçtan sonra Amerika Açık ana tablo şansı kaçtı ama olsun, her turnuva önemli hele ki bu tarz orta dereceli ama prestijli turnuvalar. İkinci turda rakip, ilk turu bye geçen Florian Mayer. Mayer, benim beğendiğim oyuncularda biri, evinde yenileceğini pek sanmıyorum açıkçası. Zaten bu turnuva da iyi sonuçlar alan bir raket. Ayrıca 2009 yılında iki kez karşılaşan ikiliden kazanan ikisinde de Mayer olmuştu.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Haftanın Şampiyonları


Dört turnuvalı haftanın şampiyonları resmen İspanyollar oldu. 4 turnuvanında finaline çıkmayı başarırlarken tek fire evinde oynayan Soderling'e mağlup olan David Ferrer'den geldi.

Haftanın en anlamlı şampiyonlığı 31 yaşındaki Juan Carlos Ferrero'dan geldi. Eski Dünya 1 numarası bu sezon yalnızca 3. turnuvasında şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Neredeyse doğru dürüst antrenman yapılmadan kazanılmış bir şampiyonluk.

Soderling'de Bastad'da oynadığı üstüste 3. finalinden 2. şampiyonluğunu çıkardı. Kadınlarda ise geçen sene Roma'daki sürpriz şampiyonluğun ardından çok büyük bir düşüş yaşayan MJ Martinez Sanchez, 14 aylık aranın ardından Avusturya'da şampiyon olmayı başardı.

Palermo'da ise Anabel Medina Garrigues, geçen hafta Bastad'da şampiyon olan Hercog'u finalde geçmeyi başardı. Kariyerinin 10. toprak kort şampiyonluğunu kazanan Anabel, aktif tenisçiler arasında en çok toprak kort şampiyonluğu kazanan isim olmayı da başardı. Ayrıca bir turnuvayı 5 kez kazanan yine aktif tenisçiler arasında 4. isim oldu. Diğerleri ise Venus-Wimbledon, Serena-Avustralya Açık/Miami ve Clijsters-Luxembourg.

ATP Stuttgart
Juan Carlos Ferrero def. Pablo Andujar 6-4 6-0

ATP Bastad 
Robin Soderling def. David Ferrer 6-2 6-2

WTA Palermo
Anabel Medina Garrigues def. Polona Hercog 6-3 6-2

WTA Bad Gastein
Maria Jose Martinez Sanchez def. Patricia Mayr-Achleitner 6-0 7-5

17 Temmuz 2011 Pazar

Dağ Havası



Bu hafta oynanan WTA Bad Gastein turnuvası kapsamında turnuvanın 1 ve 2 numaralı seribaşları Goerges ve Gajdosova, Avusturya'nın bir dağ tepesinde tenis oynamış.

Herhalde dağ havası iyi gelmedi ki ikisi de ilk turda kolay rakiplere elendi.

15 Temmuz 2011 Cuma

Alisa'dan mesaj var


Mayıs ayından bu yana kortlardan uzak olan Alisa Kleybanova'nın Hodgkin Lenfoma hastalığına yakalandığı bugün doğum günü sebebiyle WTA'in sitesinde yer alan mesajıyla ortaya çıktı.

Sitedeki mesajı türkçeye çevirdim, isteyen orjinalini şuradan okuyabilir.

"Herkese Merhaba :)

Bugün benim doğum günüm ve herkese harika mesajları için teşekkür ediyorum. Neden kortlarda olmadığıma dair uzun süredir bir şey yazmıyordum, bu mesajı bugün bunun için yazıyorum.

Şu sıralar benim için hiçte kolay bir zaman değil. Sağlığımla ilgili biraz şanssızım. Hodgkin Lenfoma'ya, bir tür kanser çesidine yakalandım. İtalya'da tedavi görüyorum ve şu anda gayet iyi gidiyor, ancak çok sabır gerektiren bir süreç ve bu süreçten geçmek için çok güçlü olmalıyım. İyi haber ise bir kaç ay daha tedavi gördükten sonra eğer iyi hissedersem tekrar tenise dönmek için bir şansım var. Tenis oynamayı çok özledim, taraftarlarımı, arkadaşlarımı görmeyi özledim, topa vurmayı ve her şeyi özledim. Son 15 yıldır tenis benim hayatım oldu.

İtalya'da tedavi görmemin bir kaç sebebi var. Öncelikle antrenman saham ve bir çok yakın arkadaşım burada, yani burası evim gibi. İkinci olarak, burada bu problem üzerine uzmanlaşmış harika bir hastane var ve problemler başladığından beri buraya geliyorum, dolayısıyla doktorlar beni iyi tanıyor. Benim için en iyi yer burası ve buradaki her şey daha da güçlü olmamı sağlıyor.

Güçlü bir insanım, bunu daha önce gösterdim. Tabii ki bu daha önce yaşadığım her şeyden daha farklı bir durum, ama bu süreç bittiğinde hayatım eskisinden de iyi olacak. Hayatım en zorlu zamanı ve umarım her zaman hayatım en zorlu zamanı olarak kalır. Eminim ki bunun üstesinden gelicem, sadece sabır ve zaman meselesi.

Tedavide olsam da umarım bugün güzel bir doğum günü geçiririm :) Gerçekten mutluyum, bugün hayatımdaki en önemli ve en iyi kişiler benim birlikte. Ailem ve en iyi arkadaşlarımın hepsi burada. Onlar bu süreçte hep benimle birlikteler.

Herneyse, aradan uzun bir zaman geçtiği için bunları yazmak istedim... Bir süre daha turda yer alamayacağım, ama yakın zaman görüşmek üzere :)

Alisa"

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Haftanın Şampiyonları


Erkeklerde ve kadınlarda 3 turnuvaları haftayı geride bırakırken, bir yandan Davis Cup çeyrek finalleri ve Marsel'in Schevenigen finaliyle oldukça yoğun bir hafta geçirdik.

Newport'taki çim kort turnuvasının şampiyonu turnuvaya wild card'la katılan John Isner oldu. Kariyerinin ikinci kupasını kaldıran Isner aynı zamanda 100. tur galibiyetine imza attı. ATP'nin en uzun isimlerinden Isner'le, yanılmıyorsam en kısası Rochus'un finalde karşı karşıya gelmesi de ilginç bir görüntü oluşturdu.

WTA'in seviyesini bu sene Vinci gösteriyor zaten, hiç bir zaman sevemedim bu hatunu, ama bu sene 3. şampiyonluğunu kazanmayı başardı. Hem de bu sefer baya bir direkten döndü, Begu'ya yazık oldu, ikinci finalini de kaybetti, üstelik final setinde büyük avantaj yakalamışken..

İsveç'te ise daha kayda değer bir final oynandı. Maalesef yine kazanmasını istediğim hatun kaybetti. Larsson geçen seneki çıkışıyla dikkatimi çekmiş ve takip listesine almıştım ama o da Begu gibi, ikinci finalinden boynu bükük ayrıldı. Tabii kortun öteki tarafında da oldukça yetenekli bir isim Hercog bulunduğu için fazla üzülmedim.

Davis Cup çeyrek finallerinde bir sürpriz yaşanmadı ve favoriler rahat bir şekilde yarı finale çıktı. Yarı final eşleşmeleri ise Sırbistan/Arjantin - İspanya/Fransa şeklinde oldu.

Marsel'de haftayı Hollanda'da geçirdi ve Schvenigen Challenger'da maalesef finalde kaybetti. Önceki üç maçını da üç sette kazandıktan sonra bi üç setlik daha çıkaramayacağını düşünmüştüm. Nitekim ikinci seti almayı başardı ama üçte resmen pili bitti Marsel'in. Bu hafta Sopot Challenger'a gidiyor hemen, Amerika Açık şansını doğrudan etkileyecek ama zorlu bir haftadan sonra ne kadar hazır olabilecek soru işareti..

ATP Newport
John Isner def. Olivier Rochus 6-3 7-6(7)

WTA Budapest
Roberta Vinci def. Irina-Camelia Begu 6-4 1-6 6-4

WTA Bastad
Polona Hercog def. Johanna Larsson 6-4 7-5

Davis Cup Çeyrek Finaller
Serbia def. Sweden 4-1
Argentina def. Kazakhstan 5-0
Spain def. USA 3-1
France def. Germany 4-1

Rafa Halk Plajında!

Rafa Wimbledon sonrası stresini Şile halk plajında atıyor!
Yok, yok yalan. Şile değil orası,bir İspanyol adası imiş.Beyimiz eğleniyor kumla suyla oynayarak. Blog yazarı ise televizyondan izliyor, annesine soruyor. "Anne bizim de bir tatilimiz olsa, bize niye almıyorsun, bizde niye yohk?" :(

Rafa kortlarda üzerini çıkardığında alkışlar kopuyor tribünlerde malumunuz. Aynı hareketi pilajda da yapıyor ama alkış kopmuyor. Neden?

Cvp: amele yanığı.

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Marsel finalde !


Bu hafta Hollanda'da Scheveningen Challenger'ın 1 numaralı seribaşı olarak korta çıkan Marsel, finale yükselmeyi başardı.

İlk turda Del Bonis'i 6-3 6-2, ikinci turda Munoz-de la Nava'yı 6-1 2-6 6-0, çeyrek finalde Goffin'i 4-6 7-6(3) 6-4 ve son olarak yarı finalde bugün Gensse'yi 1-6 6-3 6-1'le geçip finale adını yazdırdı.

Kariyerinin yanılmıyorsam altıncı challenger finali olacak Marsel'in. Rakip Steve Darcis, zor ama yenilmeyecek bir rakip değil. Kariyerinde 2 ATP Tour şampiyonluğu bulunan Darcis, bu sene Fransa Açık'ta elemelerden gelip üçüncü tur görmüştü.

Haydi bakalım, gözümüz kulağımız Hollanda'da olacak yarın. Amerika Açık ana tablosu için de çok önemli bir maç..

İnsanlık Hali

7 Temmuz 2011 Perşembe

Gerçekliğin Ötesinde (Andrea Petkoviç Der Spiegel Röportajı - Bölüm 2)



Der Spiegel'in Andrea Petkoviç ile yaptığı röportajın ikinci bölümünde, Petkoviç'in kortun dışında uğraştığı işlere, özellikle entelektüel kişiliği ve politikaya dair sorular var. Röportajın arasına sıkıştırdığım videolarda ise, Petkoviç'in meşhur dansını ve bir robot(!) ile birlikte bu dansın nasıl yapılacağına dair bir ders verdiği videosunu bulabilirsiniz. Röportajın ilk bölümünü okumamış olanlar, aşağıdaki linki kullanabilirler.

Gerçekliğin Ötesinde (Andrea Petkoviç Der Spiegel Röportajı 1. Bölüm)

Spiegel: Bir tenis entelektüeli olarak konumlandırılmak seni bazen rahatsız ediyor mu?

Petkoviç: Entelektüel kavramına bir profesör gibi bağlı değilim. Ben yaşamdan keyif alan, meraklı bir insanım.

Spiegel: Eğitiminin dışında, kültürünü artırmak için nasıl bir yol izliyorsun?

Petkoviç: Der Spiegel ve Die Zeit'ın abonesiyim. Ve her zaman bir roman ile kurgu olmayan bir kitabı paralel olarak okurum.

Spiegel: Şu anda hangi kitapları okuyorsun?

Petkoviç: Nelson Mandela'nın "Long Walk to Freedom" ve Theodor Fontane'nin Effi Briest'ini okuyorum. Şiirsel gerçekçilik aslında bana çok uygun değil, ama hikaye oldukça ilginç. Özlem duyan bir kızın nasıl sınırlandırıldığına dair.

Spiegel: Pek çok profesyonel tenisçi vaktini televizyon veya PlayStation önünde geçiriyor.

Petkoviç: Ben de onlara takılıyorum ve DVD izliyorum. Ama benim için durağanlık çok sıkıcı. Gitar çalıyorum, bateri çalmayı öğreniyorum, söz yazıyorum. Bir turnuvanın ardından bir gün daha şehirde kalıp, bir şeyler görmeye giderim. New York'ta Modern Sanat Müzesi'ndeydim, Paris'te de Louvre'a gittim. Ayrıca Video-Blog'umla ilgileniyorum.



İşte bütün Petkorazzi severlerin beklediği video: Petkorazzi kendine has dansının inceliklerini video blogunda paylaşıyor.

Spiegel: Orada kendine Petkorazzi ismini verdin ve Tenis dünyasının garipliklerini anlatıyorsun. Bu nasıl oldu?

Petkoviç: Modern Almanya'yı temsil etmenin yolunu arıyorum ve genç nesil de Facebook ve MySpace'de ilerliyor. İnsanlara, başkalarının sahip olmadığı bir şeyi sunmak ve kişiliğimin farklı yönlerini göstermek istedim. Önce yalnızca Almanca videolar hazırlıyordum; ancak o kadar çok istek geldi ki, sonunda videolarımı İngilizce sunmaya başladım.

Spiegel: Bir bölümde Dubai'deki bir oyuncular partisindesin. Orada profesyonellerin çok iyi olanakları olduğunu; çünkü büfenin inanılmaz büyük olduğunu ve tatlının da köpek kakasına benzediğini söyleyerek eğleniyorsun. WTA bu durumu nasıl karşıladı?

Petkoviç: WTA işletilmesi gereken bir şirket. Ne kadar çok insan tenisle ilgilenirse, onlar için de o kadar iyi. Onların ulaşamadıkları insanlara benim blogumla ulaşabildiğimi bildiklerini düşünüyorum. Ben daha önce tenisi heyecan verici bulmayan insanların, tenisi ilgi çekici bulma ihtimallerinin olmasını sağlıyorum. Bu nedenle WTA beni destekliyor, resmi internet sitelerinde benim ana sayfama link veriyorlar.

Spiegel: Amerika Açık'ta son 16'ta elendin, dört gün sonra Almanya ve Avrupa'nın anayasal tarihi hakkında bir sınava girdin. Sınav nasıl gitti?

Petkoviç: Gayet iyi. Her gün bir iki saatimi öğrenmeye veriyorum. Turnuvalarda bile.

Spiegel: -Hristiyan-Demokrat Parti(CDU) üyesi Roland Koch'un yanında staj yapması üzerine- Kendini CDU'ya yakın hissediyor musun?

Petkoviç: Aslında hayır. Şu anda katılmayı düşüneceğim bir parti bulunmuyor, bu nedenle Tenis kariyerimin ardında kendim bir tane kurmayı düşünüyorum. Ciddiyim. 25 - 40 yaş arası insanları temsil edecek sol eğilimli bir parti yok.

Spiegel: Ailenle birlikte 22 yıl önce Yugoslavya'dan Almanya'ya göç ettin. Thilo Sarrazin'in tezleri hakkında ne düşünüyorsun? (Not: Thilo Sarrazin, geçtiğimiz yıl yazdığı "Deutschland schafft sich ab - Almanya kendini yok ediyor" kitapta entegrasyon politikalarının işlememesinin sorumlusu olarak göçmenleri göstermiş ve yabancı düşmanlığına varan söylemleri ile göçmenlerin tepkisini çekmişti.)

Petkoviç: Bu konuda bilgiçlik taslayamam, yalnızca kendi tecrübelerim üzerine konuşabilirim. Almanya'ya geldiğimde altı aylıktım. Bu ülke bana pek çok fırsat verdi. Siyasi sistemi beni oldukça etkiledi. Ailem beni üç yaşındayken anaokuluna yazdırdığında, tek kelime Almanca bilmiyordum. Dili hallettikten sonra, arkadaşlarım da oldu. Dil, entegrasyonun ön koşulu. Almanca bilmeseydim, Almanya'daki yaşam bana hiç bir anlam ifade etmezdi. Bu nedenle sürekli olarak eğitime kaynak aktarmalıyız. İnsanlar entegrasyon için zorlanmamalı, ancak göçmenlere doğru yolu bulmaları için yardım edilmeli. Ancak, işler tıkanma noktasına gelinceye kadar iyi ve hoşgörülü olmak zorunda da değiliz.

Spiegel: Şimdiden bir politikacı gibi konuşuyorsun.

Petkoviç: Pratik yapmak işi kusursuzlaştırır.

Spiegel: ilk 50'ye girdin, ama bu artık sürekli orada kalacağın anlamına gelmiyor. Eğer sıralamada yeniden geriye düşersen ne yapacaksın?

Petkoviç: En kötü durumda bile, 35. sıradan 90. sıraya düşmek için bir yıl gerekiyor. Eğer bir veya iki yıl daha arkalarda kalırsam, kariyerimi sonlandırırım. Başka türlüsü ilkesizlik olur.

Spiegel: Sayın Petkoviç, bu söyleşi için size teşekkür ediyoruz.

Kaynak: DER SPIEGEL – 27.09.2010 (39/2010)
http://www.spiegel.de/spiegel/print/d-73989824.html

5 Temmuz 2011 Salı

Wimbledon 2011 Şampiyonları


Gentlemen's Singles
Novak Djokovic def. Rafael Nadal 6-4 6-1 1-6 6-3

Ladies' Singles
Petra Kvitova def. Maria Sharapova 6-3 6-4

Gentlemen's Doubles
Bryan / Bryan def. Lindstedt / Tecau 6-3 6-4 7-6(2)

Ladies' Doubles
Peschke / Srebotnik def. Lisicki / Stosur 6-3 6-1

Mixed Doubles
Melzer / Benesova def. Bhupathi / Vesnina 6-3 6-2

Boys' Singles
Luke Saville def. Liam Broady 2-6 6-4 6-2

Girls' Singles
Ashleigh Barty def. Irina Khromacheva 7-5 7-6(3)

Nole'un Belgrad Çıkarması



Novak Djokovic'i Belgrad'da 100bin kişi karşılamış. Kalabalığı gösteren görüntü herşeyi anlatıyor zaten..

4 Temmuz 2011 Pazartesi

"I Just Had Sex"



Aslında pek yeni değil ama bir arkadaşın ahaha şuna bak süper şarkı demesiyle haberdar olduğum, yaran şarkı. İşin daha da komik yanı John McEnroe'nun da ufak bir rolü olması. Klibin 44. saniyesindeki before/after görüntüsüyle beni dağıttı :)

3 Temmuz 2011 Pazar

Hayaldi gerçek oldu, 2011 Wimbledon Şampiyonu Novak Djokovic


Başlığı nefret ettiğim slogandan çalıntı yaparak attım ama durumu özetleyen bir cümle olduğu kesin. Wimbledon 2011 şampiyonu, küçüklüğünden beri hayalini kurduğunu söyleyen Novak Djokovic oldu. Dört sette bitmesine rağmen tenise doyuran final 6-4 6-1 1-6 6-3 ile sona erdi.


Maç değerlendirmesine oldukça enteresan bir maç olduğunu belirterek başlamakta fayda var. Zira maça daha istekli ve hırslı başlayan taraf Rafael Nadal'dı. Servis oyunları karşılıklı tutuluyordu ama Djokovic kendi servis oyunlarında zorlu puanlar oynuyor ve Nadal bir yerde kıracak diye bekleniyordu. Ancak öyle olmadı. Sette 5-4 öne geçen Nole, 10. oyunda 0-30 geriye düşmesine rağmen üstüste 4 puanla oyunu ve seti noktalamayı başardı.

Rafa'nın set boyu attığı müthiş ilk servisler onu, oyunda hep bir adım gösterse de set sonunda canını çok yakan 2. servisleri yüzüstü bıraktı. Oyundaki direncini ve konsantrasyonu üst seviyeye çıkan Nole, ikinci sette fırtına gibi esti, tek kelimeyle mükemmel bir tenis oynadı. Adeta nasıl 6 ayda 1 numaraya çıktığını herkese ispatlarcasına mükemmeldi. Çok çok üstün olduğu ikinci seti 6-1'le hanesine yazdırıp 2-0'ı yakaladı.

Ancak Nole, tıpkı Tsonga önünde olduğu gibi 2-0'ın rehavetiyle konsantrasyonunu yitirdi ve sürekli içeri düşen toplar sürekli dışarı vurulmaya başlandı. Rafa bu setin ikinci oyununda maçtaki ilk servis kırma şansını elde etti ve bunu da değerlendirip setin kontrolünü eline aldı. Bu sette bir kez daha servis kıran Rafa 6-1'le seti hanesine yazdırdı.

Rüzgar tersine dönmüş, ipler Rafa'nın eline geçmişti, dördüncü setin henüz ilk oyununda servis kırma puanını elde edince merkez kortta büyük bir heyecan yaşandı ancak önce bu şansı kullanamadı ardından bir tartışmalı out kararı ve kendi servisini de yitirince bir tökezledi ama sonraki oyunda yakaladığı servis kırma puanında fileden sekip karşı tarafa düşen topla birlikte break'i geri aldı ve sete dengeyi getirdi.

Bu andan sonra tam bir tenis ziyafeti olduğunu söylemem gerekiyor. Karşılıklı servislerle setin 8. oyununa geldiğimizde Rafa kendinden beklenmeyecek kadar çok basit hata yaptığı maçta üstüste kötü puanlar oynayıp servisini kırdırdı. Maç için servis atan Nole, ilk puanda heyecanına yenik düşse de inisiyatif alan Rafa bütün topları uzun vurunca sezonun üçüncü Grand Slam'i Djokovic'in oldu.

Maç sonunda nasıl sevineceğini merakla beklediğim Nole'da hayal kırıklığına uğratmadı ve Wimbledon çimlerinin tadına baktı.

Yarı finallerden sonra gayet tatmin eden bir final oldu. Wimbledon 2011 finallerinde hem kadınlarda hem erkeklerde desteklediğim isim kaybetse de Nole'un müthiş performansına ayakta alkışlamadan duramıyorum. 6 ay önce kim inanırdı ki bizim Nole çıksın 2'si Grand Slam, 4'ü Masters olmak üzere 8 şampiyonluk elde edip 1 numaraya yerleşsin.. Ve bunu yaparkende sadece ve sadece 1 maç kaybetsin. Hayaldi, gerçek oldu..!

Bu Kadar Med Cezir'e, Bu Kadar Yarı Final



İki gün önce 2011 Wimblodun'un, ilk turlar da dahil olmak üzere en fiyasko günü yaşandı. Bir ay önceki Roland Garros yarı finalleri veya geçen seneki Wimbledon yarı finalleri bir yana dursun, iki gün önceki yarı finaller, ATP 250 turnuvasının çeyrek finalleri ile ancak kıyaslanabilirdi. Maçların unvanları ve etiketleri ne kadar üst düzeydeyse, kaliteleri de o denli yerlerde süründü. Bütün bu olumsuzluklara, iki maçta da birer tarafın kafasındaki problem(!) sebep oldu.

Tenisin enteresan bir yönü var. Bazı maçlarda, daha maçın ilk puanında bile, oyuncuların, surat ifadelerinden veya korttaki hal ve davranışlarından, o gün o maçla bir alakalarının olmadığı anlaşılabiliyor. Bu durumla daha çok, düşük puanlı turnuvalara katılan üst düzey tenisçilerde karşılaşılır. Bir şekilde o turnuvaya katılmışlardır ama, aslında o turnuva ile ilgili herhangi bir hedefleri yoktur. Bütün turnuvayı bitse de gitsek havasında oynarlar ve genelde de ilk turlarda elenirler. Sürpriz olarak görünen bu sonuçlar, aslında maçı izleyenler tarafından sürpriz olarak nitelenmez. Çünkü onlar, daha maçın ilk başlarında bir problem olduğunu anlarlar ve sonucu erkenden kestirebilirler.

Bu tarz konsantrasyon kayıplarıyla düşük profilli turnuvalarda sık sık karşılaşılmasını anlayabiliyorum. Ancak, Grand Slam'larda, özellikle de ilerleyen turlarda gördüğüm zaman çok yadırgıyorum. Malum yarı finallerden önce, yine 2011 Wimbledon'undan bir örnek vermek gerekirse, dördüncü turdaki Malisse - Tomic maçı bunun için biçilmiş kaftan. İlk üç turda son derece etkili bir performans sergileyip (Zverev, Florian Mayer ve Melzer'i yendi) Wimbledon dördüncü turuna çıkan Malisse, Tomic ile oynadığı maçın daha ilk puanından sonuna kadar garip bir ruh hali içindeydi. Hakemle diyalog, raketi kurcalama, kendi kendine sürekli bir söylenme hali ve umursamaz vuruşlar, Malisse'nin daha maçın başında kaybedeceğini izleyenlere gösterdi. Nitekim, Tomic karşısında hiçbir varlık gösteremeden, hatta bazı toplara bile koşmadan, 3-0 yenildi ve turnuvadan elendi.

Malisse örneğinin nevi şahsına münhasır bir örnek olduğunu düşünüp unutmuştum bile. Ta ki Djokovic karşısındaki Tsonga'yı görene kadar. Adam tam olarak, "Federer'i yendik bitti" modunda korta çıkmış. İsim olarak çok güzel bir mücadele vaat eden maçın içine tam anlamıyla etti ve gitti. İlk sette break avantajı kendisindeyken bile hiçbir şekilde maça konsantre değildi, aksine umursamaz tavırlar içerisindeydi. Turnuvanın favorisini elemişsin, artık bütün gözler sana çevrilmiş, sen bunu kortta yaptığın yapmacık şirinliklerle ve zorlama uçuşlarla idare et ve maçta hiç mücadele etmeden yenil. Son yıllarda turnuvaların kaderi oldu zaten; turnuvanın bir numaralı favorisini yenen raketin, arkasından hiçbir şey yapamadan elenmesi. Burada da Tsonga'nın şımarık hareketlerinde vuku buldu bu olay.

İkinci maçtaki mental yetersizlik ise bambaşka bir şekilde ortaya çıktı. Djokovic - Tsonga maçından istediğini alamayan bir modda oturup ekran başına geçen kitleler, ilk seti izledikten sonra dünya varmış nidaları atarken, durum yüz seksen derece tersine döndü ve maç, kendinden öncekini aratır hale geldi. Murray'ın bu turnuvadaki yarı final istikrarı devam etti ama, aynı zamanda yarı finallerdeki basiretsizlik istikrarı da devam etti. Maçın ikinci setindeki malum puanın ardından, olay tam olarak Nadal'ın gövde gösterisi haline dönüştü ve açıkçası final için bir meydan okuma oldu. Murray'ın oynadığı ilk set ise, kendisi açısından potansiyelini görebilmek için iyi bir anı olurken (ilerde, "bakın ben Nadal karşısında böyle de oynayabiliyorum" diyebilmek için), bizim açımızdan da bugünkü final maçı hakkında biraz fikir edinebilmemiz açısından iyi bir örnek teşkil etti.

Tenisin psikolojiyle alakasının her platformda hakkı veriliyor zaten. Ancak bu psikolojik bağ ikiye ayrılabilir. Birisi genel anlamda mental açıdan kendini her an hazır tutabilme olarak, diğeri ise maçın içerisindeki herhangi bir puana verilecek reaksiyonlarda kendini kontrol edebilme açısından değerlendirilebilir. 2011 Wimbledon yarı finallerinde, bu iki alanda da simge olabilecek iyi örnekler ortaya çıktı. Daha maçın başından, maçı çoktan kaybetmiş bir oyuncu ile, maçın ortasında çok iyi bir şekilde giderken bir puanla tamamen ters düz olan bir oyuncu örneği, uzun yıllar boyunca bu iki alanda çok iyi simgeler olacak. Hemen hemen yakın kalitede olan oyunculardan ise, bazılarının neden büyük oyuncu olarak anılacağı, bazılarının ise kariyerleri boyunca neden sıradan oyuncular olarak kalacağının cevabını, 2011 Wimbledon yarı finalleri bu örnekler sayesinde bize çok iyi göstermiş oldu.

Finalde ne olur?

Bu maçı değerlendirebilmek için en iyi göstergeler, oyuncuların buraya gelene kadar gösterdikleri performans. Djokovic'in bazı maçlardaki agresif taraflarını görmezden gelirsek, kaldığı yerden yoluna devam ediyor ve serinin bitmesi, onu herhangi bir açıdan etkilememiş. Halen iyi oyununu sürdürüyor ve finale çıkan yolda da bu performansını görebildik. Nadal ise üst üste üç turda aynı tip oyuncularla (Muller, Del Potro ve Fish) oynadığı için ve bu tip oyun tarzının Nadal'a sökmediğini zaten bildiğimiz için, kendisinin turnuva performansını tam anlamıyla görebilme fırsatımız olmadı. Kendi açımdan baz alacağım tek mücadele var, o da Murray ile oynadığı maçın ilk seti. Bu sette olanlar da malum. Karşı tarafındaki raket de en az onun kadar sabırlı ve hatasız oynadığı zaman, bir anda işin rengi değişiyor ve Nadal için tehlike çanları çalabiliyor. Djokovic ve teknik ekibi de bu durumu iyi analiz etmişlerdir mutlaka. Üstelik son dört maçı Djokovic kazandığı için de, rüzgar şu anda Djokovic'ten yana esiyor gibi. Ben de kendi adıma, Murray - Nadal maçının ilk setini baz alarak, yeni birinciyi daha şanslı görüyorum. Ama en önemlisi, yarı finallerde kursağımızda kalan tenis keyfini, bu maçta olsun yaşamak istiyorum; tenisçiler de bu durumun farkındalardır umarım.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

En Büyük Petra


Wimbledon 2011 de bugun bayanların en büyüğünü belirledik.Maria Sharapova’yı 6-4 ve 6-3 lük skorlarla geçen Çek Petra Kvitova çimin yeni kraliçesi oldu.Çekişmeli başlayan ilk sette karşılıklı alınan rakip servis oyunlarına Kvitova son noktayı koydu ve seti aldı:6-4. 2.sette ise 6. oyunda Kvitova’nın daha önceden de yaşadığı motivasyon problemini gördük.Galiba şampiyonluğu düşünüp dışarı atmanın daha zor olduğu iki topu auta vurdu. Ve servisini kırdırdı. Biz tam Sharapova acaba geri mi dönecek diye düşünürken , Masha sonraki oyunda kendi servisini kaybetti.Buradan sonra Kvitova kendi servislerine tutunup maçı kazandı ve Wimbledon’ın tarihteki 3. solak şampiyonu oldu.

Erkekler Finali: Rafa vs Nole


Wimbledon 2011 erkeklerde günün ilk maçında ilk finalist sezonun flaş ismi Novak Djokovic oldu.

Maça hızlı başlayan taraf Tsonga, servis kırıp 5-4'e kadar bu avantajını korudu ancak set için servis attığı oyunu kaptırınca Nole tie break'te işi bitirdi. İkinci sette erken servis kırıp avantajı yakalayan bu kez Nole oldu ve seti de 6-2'yle hanesine yazdırdı.

Maçın kontrolü Nole'un elinde giderken 4-2 öne geçtiği üçüncü sette Tsonga'nın geri dönüşünü engelleyemedi, iki de maç puanı çeviren Fransız raket 11-9'luk heyecan dolu tie break'i alıp geri dönüş sinyali yaktı.

Ancak Nole dördüncü sete de servis kırarak başladı ve sonuna kadar bu avantajını korudu. Maç bolca atlama, zıplama ve dalmaya sahne olurken Nole'un maç sonu sevinci görülmeye değerdi.

Bu sonuçla birlikte Novak Djokovic, ATP tarihinin 25. bir numarası olmayı garantiledi. Kesinlikle hakedilmiş bir ünvan, yalnızca 6 ayda geldiği nokta inanılmaz..



İkinci yarı finalde geçen sene olduğu gibi kazanan yine Rafael Nadal oldu. Murray ilk seti aldı ama hiç maçı kazanıcak psikolojide değildi.

İlk setin son oyununa kadar tutulan servislerin ardından Andy bir anda 0-40'ı yakaladı ve ikinci set puanında Rafa'nın kısa düşen slice/drop'uyla öne geçmeyi başardı.

Maçın en kritik anı ikinci setin dördüncü oyununda yaşandı. Bu sırada 2-1 önde olan ve Nadal'ın servisinde 15-30'u yakalayan Andy, çok çok basit bir forehand'i uzun vurunca servis kırma puanlarından oldu ve ardından üstüste 7 oyun birden kaybetti.

Dümene geçen Rafa bir daha da göz açtırmadı zaten. Andy'nin kalçasında bir problem olduğuda gözlerden kaçmadı, sanki hareket kabiliyeti biraz kısıtlanmış gibiydi.

Bu final beni acaip heyecanlandırıyor. Bu sene 4 Masters finalinde karşı karşıya gelip dördünde de rakibine boyun eğen Rafa, Wimbledon finalinde en büyük rövanşı alabilecek mi hep birlikte görücez..