31 Mayıs 2011 Salı

Caro, gerçek bir şampiyona dönüşmeyi başarabilecek mi?


Roland Garros tüm hızıyla devam ederken, turnuvaya erken veda eden Caroline Wozniacki hakkında bir yazının çok ilgi çekici olmayacağının farkındayım. Ancak unutmayalım ki, Roland Garros'un bitmesinin ardından kazananlara methiyeler düzmek için yeterince vaktimiz olacak. Arada geçecek olan sürede, kadınlar tenisinde sıkça tartışılacak bir konuyu gündemde tutmak istedim. Başlıktaki sorunun cevabını ararken, Caro'nun bugüne kadar yaptıklarına da kısaca bir göz atalım.

Hikayenin Buraya Kadar Olan Kısmı


Danimarka bugüne kadar teniste adını duyuran bir ülke değildi; ancak Wozniacki'nin hızlı yükselişi bugün tenis haritasında onların da bir yeri olmasını sağladı. Voleybolcu bir anne ve futbolcu bir babanın kızı olan Wozniacki tenise, bugün profesyonel bir futbolcu olan ağabeyi sayesinde ilgi duymaya başladı. 8 yaşındayken ailesi tarafından yeterince iyi görülmediği için kortlara götürülmeyen Caro, bir yıl sonra ebeveynlerini yenmeye başlayınca işler değişti. 10 yaşındayken, 14 yaşındaki ağabeyini yenmeyi başarınca sinirlenen ağabeyi bir daha eline raket almadı. 14 yaşında iken her yaştan oyunculara açık olan Danimarka ulusal kadınlar turnuvasını kazanarak potansiyelini ortaya koydu.

2006 yılında gelen küçükler Wimbledon şampiyonluğunun ardından her geçen gün üzerine koyarak yükselen Caroline Wozniacki, zirveyi zorlayacağının ilk sinyalini 2009 Amerika Açık turnuvasında finale yükselerek verdi. 2010 yılını turnuvadan turnuvaya koşturarak geçirmesinin karşılığını ise sezon sonunda dünya bir numarasına yükselerek aldı. Ne yazık ki bu hızlı yükseliş hikayesini henüz bir grand slam şampiyonluğu ile taçlandırmayı başaramadı.

Artılar


1) Aile Desteği

Caroline'in büyük bir sporcuya dönüşmesinde en büyük rol şüphesiz babası ve antrenörü Piotr Wozniacki'ye ait. Tenis geçmişi olmadığı için gerekli teknik birikime sahip olmasa da, eski bir profesyonel sporcu olarak Caro'nun hangi zorluklarla yüzleşebileceğini iyi bilen babası hakkında Wozniacki'nin sözlerini aktaralım: "Babam beni en iyi tanıyan kişi. Belki teknik hakkında fazla bilgisi yok; ama taktikler, benim nasıl bir insan olduğum ve neler yapabileceğim konusunda pek çok şey biliyor. Bana konuları benim anlayacağım dilden anlatmakta oldukça iyi." Mutlu bir aile hayatına sahip olduğunu her fırsatta dile getiren Caro'nun arkasındaki en büyük manevi güç ailesinden aldığı destek olsa gerek.

2) 20 yaş

Caroline'in yüzü televizyon şovları ve dergi kapaklarında görünerek hızla eskimeye başladı belki; ama dünya bir numarasının önünde uzun yıllar devam edecek bir kariyer görünüyor. Yaşıtları arasında geldiği seviyenin yanına yaklaşacak herhangi bir isim bulunmadığı gibi, kortta şampiyon kimliğine sahip yegane isimler olan Williams kardeşler ve Kim Clijsters'ın kariyerlerinin son dönemi olması, yeni dönemin Caro Wozniacki dominasyonu altında geçecebileceğini gösteriyor. Şu ana kadar kaybettiği turnuvaları deneyim olarak görmeyi tercih ediyor, bu nedenle de turnuvalar ona ciddi bir baskı getirmiyor.

3) Kadınlar Tenisi'nin Yeni Yüzü Olmanın Getirdiği Destek

Günümüzde tenisin yalnızca bir spor olduğunu iddia etmek oldukça güç. Bir tenis yıldızının kazandığı başarılar ona, markaların yeni yüzü olacağı sponsorluk anlaşmalarının, dergi kapaklarının, moda çekimlerinin ve televizyon şovlarının kapısını da ardına kadar açıyor. Caro kortta kazandığı başarıların yanında güzelliğiyle de markaların üzerine yatırım yapmak için can attığı bir isim haline geldi. Bu durum da önümüzdeki turnuvalarda bir şampiyon için olmazsa olmaz koşullardan ikisi olan medya ve seyirci desteğini beraberinde getirecektir.

Eksiler


1) Dünya Bir Numarası Ünvanı

Her ne kadar Wozniacki dünya sıralamasının bir numarası olmasının bir baskı unsuru olmaktan ziyade bir ayrıcalık olarak gördüğünü söylese de, gün geçtikçe baskıyı üzerinde hissetmeye başladığını söylemek zor değil. Bunun da basit bir nedeni var: Bir turnuvaya seri başı olarak katılmak turnuvanın bir numaralı favorisi olduğunuz anlamına gelir. İki, üç, dört numaradayken çıkış yapacak isim olarak görülürsünüz ve oynadığınız grand slam yarı finali hanenize artı olarak yazılır. Ancak bir numara iseniz sizden beklenen turnuva sonunda kupa ile birlikte poz vermenizdir. Wozniacki bir numara ünvanı ile katıldığı ve kaznanamadığı her turnuvanın ardından "şampiyon karakterine sahip mi, yeterince iyi mi, korkak bir oyun stili mi var, bir numara ama 'gerçek' bir numara mı" tarzı sorularla mücadele etmek zorunda. Bu psikolojik baskının Jankovic ve Safina'yı ne hale getirdiğini hatırlayın. Federer bile Fransa Açık'ı kazandığı gün verdiği röportajda ne kadar rahatladığını "Artık 'Burayı kazanmak için yeterince iyi mi?' tarzı sorularla baş etmem gerekmiyor." sözleriyle anlatmıştı. Caro bir şampiyona dönüşmek için bu psikolojik savaşa hazır olmak zorunda.

2) 20 yaş

Aynı maddeyi artılar kısmına da yazdığımın farkındayım; ancak gençliğin getirdiği avantajı irdelerken madalyonun öbür kısmına bakmakta fayda var. Caroline Wozniacki'nin küçükken taraftarı olduğunu açıkladığı Martina Hingis, 20 yaşına geldiğinde 5 grand slam şampiyonluğuna sahipti ve 7 grand slam finalinde boy göstermişti. Benzer şekilde Monica Seles 9 grand slam şampiyonluğunun 8'ini 20 yaşına gelmeden kazanmıştı. Kortların son efsanesi Serena Williams ilk grand slam zaferini elde ettiğinde 18 yaşındaydı. Wozinacki'nin gençliği ve kendi jenerasyonunda rakipsiz görünmesi büyük bir avantaj; ama gerçek bir şampiyona dönüşmek için elde ettiği fırsatları yarın olduğu kadar bugün de değerlendirmek zorunda.

3) Kadınlar Tenisi'nin Yeni Yüzü Olmanın Getirdiği Baskı

Bu başlığı da artılar bölümünde incelemiştik; ama konunun değinmediğimiz kısımlarına da bir göz atalım. Bugün kadınlar tenisinin en meşhur iki ismini sorsam, Williams kardeşleri bir kenara bırakırsak büyük çoğunluğun Maria Şarapova ve Ana İvanoviç isimlerini verecğine eminim. İkisi de grand slam kazanmayı başarmış olan bu isimlerin kariyerine damga vuran sözcük de aynıydı: İstikrarsızlık. Bu istikrarsızlığın bir kısmını sakatlıklara bağlayabiliriz belki; ama medya ilgisi ve reklam çekimlerinin tenisi ikinci plana atmalarına sebep olduğunu da es geçmemek gerekiyor. Zira büyük sponsorların tenisin gelişmesinden daha çok ürün satmaya ihtiyaçları var ve reklam yüzleri ürün sattıracak ilgi düzeyine erişmişse kariyerlerinin devamı bir noktadan sonra kimseyi ilgilendirmiyor. Caroline Wozniacki önümüzdeki yıllarda kadınlar tenisinin en bilinen yüzü haline gelecek gibi görünüyor ve o günler geldiğinde üzerinde oluşacak baskı sonrası reklam çekimlerinde kolay para kazanmayı mı, yoksa saygıdeğer bir kariyere sahip olmayı mı seçeceği merak konusu. Ondan önceki olumsuz örnekler ister istemez kuşkuları da beraberinde getiriyor. (Buraya kısaca not düşelim, son dönemde Şarapova bu sözleri bana yedirmek için ciddi bir uğraş veriyor; çok da iyi ediyor. O yeter ki oyunuyla zirveye çıksın, ben sözlerimi yemeye hazırım.)

Sonuç


Kadınlar tenisinin son yıllardaki çalkantılı hali, tanınmayan sporcuların hızlı yükselişleri için elverişli bir ortam oluşturdu. Bu ortamı kullanarak zirveye yükselen Jankovic, Ivanovic, Safina gibi isimler parladıkları gibi söndüler ve tenisseverlerin hayal kırıklığı yaşamalarına neden oldular. Bu istikrarsız dönemde zirveye çıkmayı başaran son isim Caroline Wozniacki. Kendinden önce gelen kuşağın gelgit yaşayan isimlerinin ardından kadınlar tenisinin geleceği için son bir umut olarak görülüyor. Oyunu, özel bir yere koyacağımız imza hareketleri veya unutulmayacak vuruşları taşımıyor; ancak kadınlar tenisinde bunlardan daha çok özlediğimiz kavram istikrar ve Caro azmiyle istikrarı yakalayıp zirvede kalacağına dair güzel sinyaller veriyor. Artık ondan oyununu ve mental dayanıklılığını bir adım yükseltmesini ve gerçek bir şampiyona dönüşmesini bekliyoruz. Bugün olumlu görülen pek çok özelliğinin grand slam kazanamadığı her gün daha fazla eleştirileceğinin bilincinde olması ve kazanamadıkça bu baskılara katlanması gerekecek. Kendi adıma Caro'ya yeni şampiyon olması için gereken sabrı göstermeye hazırım. Umarım ilerleyen dönemde beni yanıltmaz ve yeni nesillere bu oyunu sevmek için güzel bir neden daha verir.

Kaynaklar: Tennis dergisi Mart 2011 sayısı, Smash dergisi Ekim 2010 sayısı

Çeyrek final eşleşmeleri


Roland Garros'da dördüncü tur eşleşmeleri bir maç dışında tamamlanırken bir kaç sürpriz isim adlarını çeyrek finale yazdırdı.

Erkeklerde tablonun üstünde yer alan Nadal ve Soderling beklendiği üzere yine birbirleriyle eşleştiler. Nadal Ljubicic önünde fazla zorlanmazken, Soderling'de Simon önünde üçüncü sette biraz bocalamasına karşın tie break'le maçı bitirmeyi başardı. Nadal giderek daha iyi oynuyor, ben kazancağını düşünüyorum hala ama Soderling'de daha önce bir kez yaptığı için çok tehlikeli bir rakip..

İkinci çeyrek finalin eşleşmesi henüz belli değil. Bir tarafta toprakta çok sevdiğim Juan Ignacio Chela var. Chela'nın buraya gelmesi sürpriz mi bilemiyorum ama enteresan bir not, 4 maçta 2 beş setlik maç oynayan Chela, daha ilk 30'dan kimseyle karşılaşmadı, kura şansı bu olsa gerek. Diğer tarafta ise bugün oynanacak Troicki - Murray maçının final seti var. Murray oyuna sonradan sonraya girip ibreyi kendi yönüne çevirmişti, dün  oynansa banko kazanırdı ama şimdi tek setlik yeni bir maçmış gibi olacak. Kim kazanırsa kazansın Chela'yı geçecektir diye düşünüyorum..

Üçüncü çeyrek finalde ise bana göre turnuvanın büyük sürprizlerinden Gael Monfils yer alıyor. David Ferrer'i 5 sette geçti ki süper bir maç oldu. Fransızların son umudu ekselansları karşısında belki bir set alır. Ekselansları demişken, Federer'in durumu çok ilgi çekici, bütün ilgi Nadal ve Djokovic'in üstündeyken o dört maçını da set vermeden sinsi sinsi geldi buraya. Pek ihtimal vermesem de yarı finali dört gözle bekliyorum.

Nole, turnuvadaki tek seti Del Potro'ya verirken, çeyrek finaldeki rakibi Fognini karşısında hiç zorlanacağını düşünmüyordum. Montanes'in Fognini'ye yenilmesine pek anlam veremedim açıkçası. Böylesi bir maçtan sonra Djokovic'le oynaması baştan kaybedilmiş maç olacaktı ki sakatlığı nedeniyle turnuvadan çekildi. Nole'da kortta harcayacağı 2 saatten kurtuldu. Yarı finale maç yapmadan gelmek büyük bir şans..


Kadınlarda durum daha karışık, artık kim kazanır bilemiyorum, gönlüm Masha, olmadı Vika kazansın diyor.

İlk çeyrekte Dulko bütün hesapları bozdu, resmen turnuvanın seyrini değiştirdi. Tek maçlık müthiş performanslarına birini ekleyip Stosur'u eleyince, Bartoli'nin önünü açtı. Sveta'da formsuz geldiği RG'de büyük bir yarı final şansıyla karşı karşıya, kazansa şaşırmayız zaten..

Pavlyuchenkova'da ikinci çeyreğin sürprizine imza atıp 3 numara Vera'yı elemeyi başardı. Karşısında bir türlü elenmeyen son şampiyon var. Peng'den çok umutluydum sakatlandı, Jankovic yapar dedik o da başaramadı, hatun gene geldi çeyreğe.. korkuyorum arkadaşlar..

Üçüncü çeyrekte Kvitova'yı beklerken Na Li maçı nasıl oldu anlamadım pat diye çevirdi.Na Li'de bu sonuçla bütün grand slam'lerde çeyrek final görmüş oldu. Karşısında turnuvanın şu andaki favorisi olarak gözüken Azarenka var, bu ağırlığı kaldırabilecek mi görücez, ah oram ah buram diye yerlere atmazsa kendini sıcaktan, yapar gibi duruyor ama konu Vika olunca şüpheli yaklaşıyorum.

Vee tabii ki Masha :) Kazanamayacaksa finale de çıkmasın diyorum, o zaman gerçekten üzülürüm çünkü, kariyerinde bir daha bu kadar büyük bir şans yakalayamayabilir. Aga önünde iki seti de 4-1'den çevirmeyi bildi. Petkorazzi'de çeyreğe çıkmasına sevindiğim bir diğer oyuncu, hakediyor valla. Ama buraya kadar olsun.. Çok zor bir maç olacak Masha için, yarı finalde Vika çok çok daha zor.. Sonuçta Masha bu herkesi yenebilir, ama herkese yenilebilir de..

Not: Bu sene tatil sezonunu erken açtık, önümüzdeki iki hafta boyunca yokum, maçları seyretsem de yazma imkanım çok kısıtlı olacak, yapabilirmiyim bilmiyorum.. Wimby'e doğru görüşmek üzere..

30 Mayıs 2011 Pazartesi

File & Direk & ... Başka Yardım Eden Yok Mu ?

Turnuvanın önemli süprizlerinden birine imza atan Hollandalı genç raket Rus ile Kim'in mücadelesinde gerçekleşmiş enteresan bir puan. Filenin yardımına çoğu kez şahit oluyoruz , ancak bu kez ona yardım eden başkalarıda var :)





29 Mayıs 2011 Pazar

Sürpriz Yok, Beklenti Var


Turnuvanın ilk haftası geride kalırken, her şeyin genel olarak beklentiler dahilinde geliştiği söylenebilir. Favori raketler, adım adım birbirleriyle eşleşecekleri turlara doğru ilerlerken, biz de onların maçlardaki performanslarından, turnuvanın sonucu hakkında az buçuk çıkarımlar yapmaya çalışıyoruz. He bir de namağlup olma serüveni vardı, o da aynen kaldığı yerden devam ediyor, sorun yok.

Erkekler tenisinde makasın çok açık olmadığı, ilk 50 tenisçi arasındaki maçlarda herkesin herkesi yenebileceği söylenir. Aslında ben de böyle olduğunu düşünürüm ancak, son zamanlarda garip bir durum ortaya çıktı. Bu duruma, top class tenisçilerin çok yüksek performansla oynamaları mı, yoksa ilk 50'deki diğer tenisçilerin bir türlü istenilen performanslarını yakalayamamaları mı yol açıyor bilmiyorum ama, bir tekelleşme olduğu kesin. Berdych, Davydenko, Cilic, Youzhny gibi, kendilerinden beklentilerin yüksek olduğu, top class raketleri rahatlıkla yenebileceklerine inanılan raketler, turnuvalardan erken eleniyorlar. Bu da, turnuvalardaki sürpriz faktörünü öldürüyor. Oysa ki her turnuvanın kendi yarattığı yıldızlar olur, bu yıldızlar, birkaç sürpriz sonuca imza atar ve olaya renk katarlar.

Djokovic, Nadal, Murray, Federer, Soderling gibi isimler, şu ana kadar Nadal'ın Isner'e karşı verdiği iki seti saymazsak, çok rahat bir şekilde yollarına devam ediyorlar. İşin kötüsü, birbirleriyle eşleşene kadar da böyle devam edecek gibi görünüyor. Eşleşmeler kağıt üzerinde çekişmeli olacak gibi görünse de, maç içerisinde kalite farkı ortaya çıkıyor ve müsabaka, beklentileri karşılamıyor. Mesela turnuvanın başından beri beklenen Djokovic - Del Potro maçı bile, başlarda acaba dedirttiyse de, sonrasında yine normale döndü ve Djokovic'in domine ettiği bir maç haline geldi. Del Potro da elendikten sonra, yukarıya bir selam çakacak, onları tedirgin edecek bir raket pek kalmadı gibi görünüyor. Wawrinka'nın Federer karşısındaki basiretsizliği, Djokovic'in engel tanımazlığı, Ljubicic'in iyi bir performans göstermesine rağmen Nadal'ın sabırlı defansında eriyip gideceği şimdiden belli sanki. Oysa şuraları karıştırabilecek bir genç yetenek, bizim böyle kesin yorumlar yapmamızı engelleyebilirdi. Aralardan sıyrılıp dördüncü tura kadar gelen diğer isimler de birbirleriyle eşleşmişler. Onlar da önce birbirlerini yiyecek, sonra da sağ kalanlar diğerlerine yem olacak muhtemelen.

Favoriler arasındaki çekişmeye gelince, Nadal'ın bazı yerlerde biraz tökezleyerek gelmesi ve Djokovic'in tıkır tıkır işlemesi nedeniyle, ibre şu anda Djokovic'ten yana dönmüş durumda. Soderling RG mevsiminde her zamanki gibi devam ediyor şimdilik. Eskiden olsa Nadal'ı yenerse finalde Federer'e yenilir, Federer'i yenerse finalde Nadal'a yenilir der geçerdim ama, şimdi Djokovic'i bu denklemin neresine atmak gerekiyor bilemiyorum. Madrid'deki performansı nedeniyle gözüm bir yandan da Murray'ın üzerinde. Bir de ekselansları var tabii, ne de olsa Federer Federer'dir. İleriki turlarda bu isimlerin birbirleriyle yapacağı mücadeleler, turnuvayı çok daha renkli hale getirecektir, en azından beklenti o yönde. Yoksa ne anladık daha en başından finali belli, hatta kazananı bile belli Grand Slam'dan biz?

27 Mayıs 2011 Cuma

Caro ve Sammy'den veda


Roland Garros'un 6. gününde özellikle kadınlarda beklenen sürprizler üstüsüte geldi. Turnuvanın 1 ve 8 numaralı seri başları Caroline Wozniacki ve Samantha Stosur elenmekten kurtulamadı.

Bugün korttaki Caro'yu tanımak oldukça güçtü. Ayaklarına pek söz geçiremiyormuş gibi fazla yavaş ve isteksiz bir maç oynadı. İkinci set sonuna doğru biraz canlanır gibi oldu ama çok geç kaldı.


Günün ikinci sürprizi ise Gisela Dulko'dan geldi, aslında ilk sürprizi demeliyim çünkü ilk maç onundu.

Geçen senenin finalisti Sammy, maçın başında bir anda iki break geriye düştü ancak küçük çaplı geri dönüşü seti çevirmesine yetmese de maça tutunması için onu ateşledi. İkinci seti çok rahat aldıktan sonra final setinde de servis kırıp öne geçmiş ancak bugün her zaman çok güvendiği servisleri onu yüzüstü bıraktı diyebiliriz..

Kimmie elendi / Masha&Rafa devam


Roland Garros'da şiddetli rüzgarın oyunculara oldukça zor anlar yaşattığı beşinci gün tamamlanırken turnuvanın en büyük sürprizi de eski junior 1 numarası Arantxa Rus'dan geldi.

Kadınlarda gerçekleşen 2 büyük olaya geçmeden önce diğer maçlara hızlıca bir göz atacak olursak Na Li, Wickmayer, Azarenka, Kvitova, Radwanska, Petkovic ve Kirilenko gibi seribaşı raketler ikişer setlik galibiyetlere imza attı.

Bir önceki turun sürpriz isimlerinden Larsson, Makarova'ya üç sette kaybederken; King'de Baltacha'yı üç sette geçmeyi başardı.

Günün beni sinirlendiren olayının baş kahramanı ise tabii ki fransız seyircisiydi. Masha'nın direkten döndüğü maçta Garcia'ya olan aşırı destekleriyle sinir bozuculuk sınırlarını zorladılar. Belki de Masha'yı çok çok sevdiğim için ben aşırı buldum ama bir gerçek var ki Masha 6-3 4-1 geri düştüğü maçın son 11 oyununu alarak Fransızları komaya soktu, benim de içimin yağları eridi..


Günün sürprizine ise görüntüdeki Hollandalı Arantxa Rus imza attı. Turnuvanın iki numaralı seri başı Kim Clijsters'ı 3-6 7-5 6-1'lik üç set sonunda mağlup eden genç oyuncu bunu 2 maç sayısı çevirip 3-6 2-5'den dönerek başardı.

Clijsters'ın hazır olmadığını ve erken elenebileceğini söylemiştim ama bunu Rus'un ilk turda elediği Erakovic'den bekliyordum açıkçası. Rus'un kariyerin açısından çok önemli bir galibiyet, eminim böylesi bir rakibe karşı aldığı bu galibiyet özgüvenine tavan yaptırmıştır.

Erkeklerde ise Murray, Nadal, Soderling, Fish, Troicki gibi seribaşı isimler üçer sette tur atladılar. Nadal ve Murray üç sette bitirdi ama oldukça zorlandıklarını söylemem gerekiyor, sonuç aldatmasın. Nadal üçünce seti 4-1'den çevirirken 8 set sayısı kurtardı..

Bugün bana göre bir kaç tane sürpriz sayılabilecek sonuç vardı. Yaşlı kurt Ljubicic'in Querrey'i 3 sette geçmesi bunlardan biri. Bir diğeri ise tabii ki Kolya'nın beş setlik mağlubiyeti.

Geçen gün yayınladığım mini röportajdan öğrendiğimiz üzere büyük bir kumarbaz olan Mayer, Falla'ya dört sette yenildi. Bu kadar formdayken kaybetmesine anlam veremiyorum açıkçası, kötüye yormamak lazım..

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Ahh be Marsel =(


Temsilcimiz Marsel İlhan, turnuvanın 30 numaralı seribaşı İspanyol Guillermo Garcia-Lopez'e 3 saat 57 dakika süren beş setlik bir maç sonucunda mağlup olup turnuvaya veda etti.

Nereden başlasam bilemiyorum, sadece 5. seti 1.5 saat süren bir maç oldu. Elimize o kadar çok fırsat geçti ki şu sonuca üzülmemek elde değil. Kısa kısa beş setin özetini yapayım önce..

İlk sette ilk 6 oyun karşılıklı olarak paylaşıldıktan sonra servisini kırdıran Marsel 4-5'de sete geri dönme şansı yakaladı ancak değerlendiremeyince ilk set 6-4'le rakibinin oldu.

İkinci sette ilk servislerinde yalnızca 1 sayı kaybeden Marsel, rakibinin ikinci servislerine yaptığı baskıyla oldukça kolay bir şekilde iki break'le 6-1'lik bir set kazandı.

Üçüncü set, ikinin tam tersi oldu, ikinci servis yüzdeleri dramatik şekilde yükselen İspanyol raket seti 6-2'yle hanesine yazdırıp 2-1 öne geçti.

Kritik dördüncü sette 4-4'e kadar servisler paylaşılırken, 9. oyunda Marsel servis kırmayı başardı ve sonraki oyunu da alıp maçı dengeye getirdi.

Tie break'siz oynanan final seti bizleri en açık tabiriyle kahreden bir set oldu. 1.5 saat süren ve 13-11 biten seti maalesef kaybettik. Halbuki Marsel bir çok şans elde etmişti. İlk önce 4-4'de 0-30'dan, ardından 5-5'de 0-40'dan ve son olarak 7-7'de kaçırdığı iki servis kırma şansı, resmen isyan ettirdi..

Kaçan 5 servis kırma şansından sonra 11-12'ye kadar servisler tutuldu ve tek bir servis kırma puanı oynanmadı. Ancak 24. oyunda İspanyol raket 0-40'la üç maç sayısı elde etti. Marsel ikisini çevirmeyi başardı ama üçüncüsüne engel olamadı.

Açıkçası baştan böyle bir maç olacağını hiç düşünmemiştim. Hatta ne yalan söyliyeyim Marsel'in fazla tutunamayacağını belki belki bir set koparabileceğini düşünmüştüm ama şu oyunuyla hem beni çok şaşırttı hem de çok gururlandırdı.

Her şeye rağmen ayakta alkışlamamız gerekiyor Marsel'i, bizlere böylesine bir heyecanı yaşattığı için hem Marsel'e hem de ekibine çok çok çok teşekkürler..

İlk tur maçları tamamlandı


Roland Garros'da üçüncü günü dolayısıyla ilk turu tamamlamış bulunuyoruz. Erkeklerde günün sürprizi görüntüdeki Lukasz Kubot'dan geldi.

Lukasz Kubot, turnuvanın 11 numaralı seribaşı Nicolas Almagro'yu 2-6 3-6 7-6(3) 7-6(5) 6-4 şeklinde beş set sonunda mağlup etmeyi başardı. Tamam Kubot iyi bir toprakçı ama Almagro bu yav, baya şaşırttı beni bu sonuç..

Nadal'ın durumu malum. Melzer, Murray, Chela, Ljubicic üçer sette rakiplerini geçerken; Soderling, Verdasco, Mayer, Simon ve Querrey'de 4er sette bir üst tura çıktı.

Günün beş sete giden diğer maçlarında Malisse Tursunov'u, Rosol Roger-Vasselin'i mağlup etmeyi başardı.


Kadınlarda günün sürprizi görüntüdeki Johanna Larsson'dan geldi. Aslında bana sürpriz olmadı da rakip Ivanovic olunca sürprizden sayıyoruz. İki aynı tipte oyuncunun kapışması, güçlü servis güçlü forehand.. Bugün farkı yaratan Larsson'un çabuk ayakları oldu. Fist Pumplardan da kurtulduk erkenden, Larsson'u seviyorum..

Günün bence asıl sürprizi Vania King'den geldi. Cibulkova'nın bir kaç tur geçmesine kesin gözüyle bakıyordum ama kendisi gibi oldukça kısa boylu bir oyuncuya kaybetti. Halbuki ilk set tie break'i de moral bozacak cinstendi.

Masha, Kimmie, Petkorazzi, Vika ve Wicky ikişer sette rakiplerini geçerken; Na Li de üç sette bir üst tura geçen taraf oldu.

Bu arada biri bana lütfen Baltacha'nın nasıl maç kazandığını anlatsın, ben anlam veremiyorum..

24 Mayıs 2011 Salı

Şakacı Nadal


Dünya 1 numarası Rafael Nadal, ilk tur maçında John Isner'i tam 4 saat sonunda 6-4 6-7(2) 6-7(2) 6-2 6-4 ile mağlup edip adını ikinci tura yazdırdı.

Kuralar ilk açıklandığında tehlikeli olabilecek bir ilk tur eşleşmesi diye bakılıyordu ama ben açıkçası Isner'in maçı 5 sete taşıyabileceğini hiç düşünmemiştim.

Belki bir tie break oynar ama dört sete gitmesinin bile sürpriz olacağını düşünüyordum ki Isner tokat gibi iki tie break kopardı.

He ama şöyle bişiy var, ben izlerken bir an bile acaba mı demedim. Üçüncü seti Isner aldığında tek düşündüğüm ilk turda bu kadar uzun kortta kalmasının ilerleyen turlarda Nadal'ı etkileyebileceği oldu. O yüzden başlıkta da "ipten döndü", "az kaldı gidiyordu" vs gibi ifadeler yerine şakacı dedim, şaka yaptı Nadal rahat olun :)

Gerçi maç sonu sevinci ne kadar zorlandığını gösterdi ama olsun, şakadır şaka..

Melzer; "Isner beni ormanda korur"


Bugünkü "Kimi Seçerdin" sorularımızı Jurgen Melzer cevaplıyor..

İyi bir şişe şarabı paylaşmak için ? 
- Philipp Petzschner

En sevdiğim restorana götürmek için ?
- Andy Roddick

Ormanda yürüyüşe çıkmak için ?
- John Isner, çok uzun boylu, beni korur.

Cannes Film Festivaline eşlik etmek için ?
- Novak Djokovic, tabii ki!

Bir filmde birlikte rol almak için ?
- Janko Tipsarevic. Monte Carlo'da yaptığı oyuncu ve koç taklitleri baya iyiydi, beni çok güldürdü.

Las Vegas'a gitmek için ?
- Florian Mayer, tam bir kumarbaz (Bunu öğrendiğimiz iyi oldu)

Hayat hakkında konuşmak ve dünyayı değiştirmek için ?
- Thomas Johansson

Asla antrenman yapmayacağın kişi ?
- Ivo Karlovic (Doktoru kimse istemiyor)

Bir grupta birlikte çalmak için ?
- Bryan biraderler. Zaten bir grupları var sanırım Bob piano çalıyor, Mike da gitar.

Düğün hazırlıklarını yapması için ?
- Philipp Petzschner

Bir futbol maçına gitmek için ?
- Julian Knowle, futbolu çok seviyor, büyük bir Milan taraftarı.

Bir gazeteci olsan röportaj yapmak için ?
- Komik olmasını istiyorsam Roddick'i seçerdim

Balığa gitmek için ?
- Kardeşim Gerald, ATP sıralamasında 350 numara.

Çapkınlık yapmak için ?
- Fernando Verdasco, rekabetten korkmuyorum =) (Apaçiyi seçti, ben kesin Nole'u seçerdim, adam eğlenceli direkt)

Karışık çiftler oynamak için ?
- Kim Clijsters

Bir bar açmak için ?
- Mark Knowles, Bahama'larda açardık, Mark oradan.

Sözcün olması için ?
- Roger Federer

23 Mayıs 2011 Pazartesi

İkinci günden kısa kısa


Roland Garros'da ikinci gün bir kaç maç dışında tamamlandı. Günün sürprizi hiç kuşkusuz görüntüdeki Stephane Robert'den geldi.

2 numaralı kortta yoğun seyirci desteği altında oynanan maçta elemelerden gelen Robert, Berdych'i iki set geriden gelip 3-6 3-6 6-2 6-2 9-7'yle mağlup etmeyi başardı. Berdych'in formsuz olduğunu söylemiştik ama 2-0 öne geçip, 5. sette bir de maç sayısı kaçırıp kariyerinde hiç bir top10 oyuncusuna karşı galibiyeti bulunmayan Robert'e kaybetmesi kabul edilebilir bir sonuç değil.

Federer, Djokovic, Gasquet, Youzhny, Davydenko, Troicki gibi isimler üçer sette yollarına devam ederken Juan Martin del Potro, Monfils, Bellucci ve Fish'de 4 sette galip gelen isimler arasındaydı.

Günün diğer 5 sete giden maçında İspanyol Albert Ramos, vatandaşı Javier Marti'yi 1-2'den gelip yenmeyi başardı.


Son şampiyon Francesca Schiavone, Oudin'e yalnızca 2 oyun verirken; Zvonareva, Hantuchova, Wozniacki, Kvitova ve Radwanska da ikişer sette rakiplerini devirdi.

Kadınlarda sürpriz olarak bir maç seçemedim açıkçası. Ne Petrova'nın Rodionova'ya ne de Zakopalova'nın Chan'a yenilmesi sürpriz değil. Seribaşı oldukları için dikkat çekiyor sonuçlar ama bana kalırsa Barrois'in Mirza'ya yenilmesi daha büyük bir sürpriz oldu.

Dikkat çekici bir maç Errani'yle McHale arasında gerçekleşti. McHale üçüncü sette 5-0'ı buldu ancak buna rağmen son seti 9-7 kaybederek turnuvaya veda etti.

Haas: "McEnroe'yla bir bar açabilirim"


Bu sözler Tommy Haas'a ait. Tabii ki bizim maçla bir alakası yok. Roland Garros çerçevesinde geçen sene olduğu gibi oyunculara ilginç sorular yöneltiyorlar.

Bu senenin teması; "Kimi Seçerdin ?"

İyi bir şişe şarabı paylaşmak için ?  
- Andre Agassi

En sevdiğim restorana götürmek için ?
- Karım ve çocuklarımlaysam Roger Federer.

Ormanda yürüyüşe çıkmak için ?
- Yalnız giderdim, birisine gerek yok.

Cannes Film Festivaline eşlik etmek için ?
- Patrick Rafter

Las Vegas'a gitmek için ?
- Andre Agassi, daha önce yaptık, zaten orada yaşıyor, çok eğlenceliydi.

Hayat hakkında konuşmak ve dünyayı değiştirmek için ?
-Roger Federer

Asla antrenman yapmayacağın kişi ?
- Ivo Karlovic

Bir grupta birlikte çalmak için ?
- Gael Monfils

Bir futbol maçına gitmek için ?
-Alex Waske

Bir gazeteci olsan röportaj yapmak için ?
- Steffi Graf

Balığa gitmek için ?
- Max Mirnyi

En sevdiğin grubu izlemeye gitmek için ?
- Philipp Petzschner

Karışık çiftler oynamak için ?
-Maria Sharapova

Bir bar açmak için ?
- John McEnroe

Sözcün olması için ?
- Boris Becker

Bir komedyeni izlemeye gitmek için ?
- Arkadaşım Glenn Weiner. Dünya 391 numarası ama onu da seçebileceğimi düşünüyorum.

Marsel 2. turda


Temsilcimiz Marsel İlhan, Roland Garros ilk turunda Tommy Haas'ı 6-4 4-6 7-6(1) 6-4'lük dört sette mağlup edip adını ikinci tura yazdırdı.

Marsel maça çok hızlı başlayıp ilk sette 5-1'i yakaladı ancak Haas bu noktadan sonra oyunu dengelemeyi başardı. Seti 5-4'e getirse de 10. oyunda Marsel servisine tutunup ilk seti hanesine yazdırdı.

İkinci sette ilk 9 oyun karşılıklı olarak paylaşılırken, kritik 10. oyunda Marsel iki set puanı çevirse de üçüncüsüne engel olamadı ve servisini kırdırarak ikinci seti kaybetti.

Üçüncü set iki taraf için de inişli çıkışlı bir set oldu. Sette önce Haas 2-0 öne geçti, ardından Marsel çift break'le karşılık verip 4-2 üstünlüğü elde etti ama Haas üstüste 3 oyunla sete yine dengeyi getirmeyi başardı. Sonrasında karşılıklı oyunlarla gidilen tie break'te Marsel, mini breaklerle üstünlüğü ele geçirip 7-1'le tie break'i ve seti noktaladı.

Dördüncü sette aynı ikinci set gibi karşılıklı oyunlarla 10. oyuna kadar geldi ancak bu sefer roller değişmişti. Marsel üstüste 3 maç puanı yakaladı, ikisini kaçırdı ama üçüncü de maçı bitirmeyi başardı.

Kariyerinde ilk kez Roland Garros ana tablosu oynayan Marsel için çok çok önemli bir şanstı ve bunu iyi değerlendirdi. İkinci turda rakip Guillermo Garcia-Lopez. Marsel, GGL'i daha önce bir kez mağlup etmişti ancak turnuva sert zemindeydi. GGL toprakta pek karşılaşmak istemeyeceğimiz bir raket.. Umarım şans bizimle olur..

22 Mayıs 2011 Pazar

Strong is Beautiful: Ana Ivanovic


"Sırbistan'daki savaş sırasında,
bizi gece gündüz bombaladılar.
Ancak,
eğer yeteri kadar erken kalkabilirsem
uçaklar gelmeden antrenman yapabilirdim.."

Roland Garros start aldı


Sezonun ikinci Grand Slam'i Fransa Açık, pazar seansıyla açılışı yaptı. Turnuvanın ilk sürprizi ise 33 yaşındaki Ramirez Hidalgo'dan geldi. Gerçi maçlar devam ediyor ama kısa bir özet geçelim.

İspanyol raket, turnuvanın 19 numaralı seribaşı Marin Cilic'i üç sette mağlup edip turnuva dışına itmeyi başardı. Cilic'in oyun olarak değilse bile mental olarak ciddi bir sorunu var. Bugün kaybetmesi, oynamayı sevmediği toprakta, belki çok büyük bir sürpriz değil ama yakın görünmesine rağmen 3 sette de çok bir varlık gösteremedi. Ya da ben ondan çok daha farklı şeyler beklediğim için bana öyle geldi.

Ne yapacağını merakla beklediğim Lleyton Hewitt'in biraz da beklendiği gibi çekilmesiyle turnuvaya dahil olan Gicquel'de, Montanes'e üç sette yenilmekten kurtulamadı.

David Ferrer, Jo-Wilfried Tsonga ve çok sevdiğim Kei Nishikori üçer sette rakiplerini geçerken; Stakhovsky, GGL, Wawrinka ve Riba'da 4 sette tur atlayan taraf oldular.

Turnuvanın 5 sete giden ilk maçında, iki Fransız WildCard'lı Teixeira - Millot maçının galibi 2-1 geri düşmesine rağmen Teixeira oldu.


Kadınlarda oldukça olaysız bir günü geride bırakıyoruz. Tamamlanmayan 3-4 maçı saymazsak, Dushevina-Dokic maçı harici bütün maçlar iki sette sona erdi.

Üç setlik tek maçta Dushevina, Dokic'i ilk seti kaybetmesine karşın mağlup etti. Seri başları arasında Samantha Stosur, Svetlana Kuznetsova, Julia Goerges ve Jelena Jankovic oldukça rahat maçlar çıkardı.

Günün ilginç sayısı 19 oldu. Hem erkeklerde hem de kadınlarda 19 numaralı seribaşları turnuvaya veda ettiler. Ancak 19 numaralı seribaşı Peer'in mağlubiyeti bir sürpriz değil, Maria Jose Martinez Sanchez'in maçtan önce favori olduğunu söyleyebilirim.

Haftanın Şampiyonları


WTA Brussels
Caroline Wozniacki def. Shuai Peng 2-6 6-3 6-3

WTA Strasbourg
Andrea Petkovic def. Marion Bartoli 6-4 1-0 ret.

ATP Düsseldorf
Germany def. Argentina 2-1

ATP Nice
Nicolas Almagro def. Victor Hanescu 6-7(5) 6-3 6-3

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Fransa Açık 2011 Bayanlar Kurası


Geçen seneden sonra bayanlar kurasında olabilecek hiçbir şey beni şaşırtamaz. Her türlü sonuca açık bir kura, kesinlikle bir favori yok. Her maç sürprize açık..

İlk çeyrekte Altın Kız Caro açılışı Kimiko'yla yapıyor. Başka turnuva olsa ulan acaba derdim de sürpriz çıkmaz. İkinci turda olası Wozniak maçı da tehlikeli olabilecek bir eşleşme. Dördüncü turda gelebilirse Sveta gelir dicem ama o da o kadar formsuz ki ilk turda Rybarikova'yı geçmesi bile şüpheli. Sonra Rezai'yle ardından Peer/MJMS galibiyle, yok yani baktıkça Sveta'nın dört maç üstüste kazanmasına pek imkan vermiyorum. Wozniacki çeyreği görür belki arada bir set verir.

Stosur, geçen seneden sonra beklentilerin altında bir sezon geçiriyor, Roma'daki finalde büyük maç oynayamama sendromu onu ne kadar etkiliyor bilemiyorum. Kurası açık gibi gözükse de ilk turdaki Benesova'da, ikinci turdaki olası RG Junior şampiyonu Halep maçı'da, üçüncü turdaki olası Pironkova/Dulko maçı da zorlu olabilecek eşleşmeler ama büyük bir isimle karşılaşana kadar da takılmasını beklemiyorum Stosur'un.

Üst bölümde dört gözle izlediğim Goerges'in ne yapacağını merakla bekliyorum. İlk turda Johansson'u rahat geçer de ikinci rakip Safarova zorlayacaktır. Sonrasında sinir olduğum Bartoli'yle zorlu bir maç onu bekliyor. Umarım burdan çıkıp Stosur'un rakibi olur.

İkinci çeyrekte Zvonareva ve son şampiyon Schiavone yer alıyor. Bepa, abuk sabuk oynamazsa çeyreğe kadar gelir. Çok fazla zorlayacak birisi yok ama Bepa'nın en büyük rakibi kendisi olabiliyor.

Aha buraya yazdım Schiavone bu sene üçüncü turu geçemeyecek. Neye güveniyorum? Tabii ki Peng'e. İtalyan Aygırı, ilk turda Oudin'i bir şekilde geçer, ikinci turda zorlanmaz ama üçte son dönemde büyük çıkış yakalayan Peng'e yenilir. Ha 5 maç sayısı çevirir de kazanırsa şampiyon bile olabilir =) İşte WTA bu..! Yok yok, üçüncü turu geçemeyecek, geçmemeli..

Üst tarafta ne yaptığı belirsiz Jankovic var. Zor olabilecek bir kuraya sahip, ilk turda Alona'ya yenilse şaşırmam. Burası da kim gelirse şaşırma bölümü, Pennetta, Mattek, Dokic falan hep burada, zor burayı tahmin etmek..

Üçüncü çeyrekte Na Li ve Azarenka yer alıyor. Bu sene RG şampiyonluğu için favorilerden biri Azarenka, ilk üç turda sıcak hava dışında zorlayacak kimse yok. Dörde kim gelir muamma, Ivanovic, ilk turda çok sevdiğim Larsson'la oynuyor, iki büyük forehand'in kapışması. Sonra Makarova, Kanepi falan var, Ana'nın aradan sıyrılması gerek. Ivanovic-Azarenka dördüncü tur eşleşmesi görmek istiyorum, kırmasınlar beni.

Na Li'nin tarafı bomba maçlar içeriyor. Li'nin dışında Dulgheru, Cibulkova ve Kvitova'da burada. Buradaki olası üçüncü tur maçları ve dördüncü tur maçı şu şekilde; Na Li-Dulgheru/Kvitova-Cibulkova.. Sürpriz olmazsa üstüste güzel maçlar bizleri bekliyor. Kvitova'nın aradan sıyrılmasını bekliyorum, ama aksi de sürpriz olmaz.

Ve geldik son ama en heyecanlı çeyreğe Sharapova ve Clijsters burada. Kim'in bileği ne durumda görücez, bütün toprak kort sezonunu es geçti. İlk turu rahat ama ikinci turda sinsi sinsi form tutan Erakovic'le karşılaşacak, başka zaman olsa imkan vermem ama şimdi bir sürpriz çıkartabilir sanki. Üçüncü turda Kirilenko gelir heralde diye düşünüyorum, hadi onu da geçti diyelim, karışık üst taraftan Petkovic çıkarsa burda güzel bir maç olur. Petkorazzi'da kura şanssızı, ilk turda Jovanovski çok tehlikeli, ardından Sevastova/Hradecka galiba, üçüde asla maçı bırakmaya tipte oyuncular. Petko bunalacak..

Gelelim son olarak Masha'ya. Turnuvanın gizli favorisi olarak görülüyor. Gerek son dönemde oynadığı iyi tenis, gerekse Kariyer Slam ihtimali onu öne çıkartıyor. Kurası güzel, ilk üç turu rahat. Dörtte sürpriz bir isim çıkabilir, Radwanska ve Wickmayer burada. Wicky'de şanssız, ilk turda Niculescu çok çok zor bir rakip. Fransızların gözdesi Mladenovic tehlikeli. Barrois toprakta iyi işler çıkartabiliyor. Zorlu bir bölüm, dörtte Masha'nın kurbanı kim olacak görücez :) Çeyrek final maçı ise olursa Masha-Clijsters, turnuvanın en güzel maçlarından biri olur.

Bayanlar kurası da böyle.. Her türlü sonuca açık, favorilerin bir bir eleneceği ya da bir bir üst turlara çıkacağı bir turnuva olabilir..

Fransa Açık 2011 Erkekler Kurası


Her sene olduğu gibi Roland Garros kurasını kısa kısa değerlendirme vakti geldi.

İlk çeyrekte Rafael Nadal ve Robin Soderling yer alıyor. Rafa'nın çeyrek final yolu çok temiz değil. Daha ilk turdan büyük servislerle karşılaşacak ama Isner'in toza toprağa bulaşmayı sevmediğini biliyoruz, belki bir tie break çıkarır onu da kaybeder bence. Rafa'nın 3. tur olası rakibi Kolya, o da Münih'te şampiyon oldu ama genel anlamda başarısız bir toprak kort sezonu geçirdiğini söylemek lazım.

Çeyreğin altında yer alan son 2 yılın finalisti Soderling'in RG'deki özgüveniyle Rafa'nın karşısına çıkacağını düşünüyorum. Aslında 3. turda oynayacağı Baghdatis/Mayer galibiyle 4. turdan gelecek rakibi tehlikeli olabilir ama 5 setlik maçlarda Robin'i geçemezler diye düşünüyorum.

İkinci çeyrekte Murray ve Melzer yer alıyor. Andy'nin ilk iki turda zorlanmasını beklemiyorum, üçüncü turda büyük ihtimalle bu senenin flaş isimlerinden Raonic'le karşılaşacak, işte o maç izlemeye değer..

Çeyreğin altında yer alan geçen senenin yarı finalisti Melzer, bu sezon pek tat vermiyor. Monte Carlo'da Federer'i yendiğinde keyif vermişti ama sonrasında oyunu çok düştü. Zaten en son Roma'da sakatlığı sebebiyle maçtan çekilmişti, durumu nedir bilemiyorum. Üçüncü turu görse bile karşısına bu hafta Düsseldorf'da iyi maçlar çıkaran Chela gelecektir. İzlenmeye değer bir maç olacağı kesin.

Öte yandan çeyreğin Almagro'yu kapsayan kısmı da güzel eşleşmeler içeriyor. İlk turdaki Almagro-Kubot, Kunitsyn-F.Mayer sonrasında olası F.Mayer-Almagro üçüncü tur maçları toprak kortta izlenmesi gereken eşleşmeler olacaktır.

Üçüncü çeyrekte Ferrer ve Federer yer alıyor. Ferrer'in çeyrek finale kadar çok da fazla zorlancağını düşünmüyorum. Enteresan eşleşmeler olabilir, Ferrer dışında sürprize açık bir bölüm olmuş.
Çeyreğin altında yer alan Federer'in ilk turda Lopez'le karşılaşması mutlaka izlenmesi gereken bir ilk tur maçı. Hatırlarsanız Madrid 2. turunda bu ikili karşılaşmış ve üç seti de tie break'e giden maçı Federer kazanmıştı. 15-13'lük ilk set tie break'i de hafızalardan kolay kolay silinmeyecek.. İlk turdan sonra çeyreğe kadar zorlayacak bir isim yok sanırım ya da bana öyle geliyor.

Son çeyrekte de Djokovic'le Berdych yer alıyor. Nole'un ilk iki turu oldukça rahat geçeceğini düşünüyorum ama üçüncü turdaki olası Del Potro eşleşmesi için aynı şeyi söyleyemicem. Gerçi Nole kim gelirse gelsin geçermiş gibi duruyor ama sakatlığını iyi idare edebilirse Del Potro'yla güzel bir maç oynar. Dördüncü turda olası Gasquet/Bellucci maçı var orda da güzel bir maç çıkabilir.

Geçen sene bu zamanlar fırtına gibi esen Berdych, bu sezon Melzer gibi o da düşüşte diyebiliriz. Tabii Marsel'de çeyreğin bu kısmında yer alıyor. İlk turda 15 aydır teklerde korta çıkmayan Haas'la oynayacak. Sanki bu maç tamamlanmazmış gibi geliyor. İkisinden biri çekilebilir diye düşünüyorum. 5 setlik bir maç çıkartabilecek gibi durmuyorlar, umarım baldırındaki sorun geçer de Marsel şaşırtır bizi. Marsel'in geçtiğini düşünürsek, ikinci turda daha önce yendiği Garcia-Lopez'le oynayacak. Bu turu geçmesi sürpriz olur tabii.

Çeyreğin bu kısmından kimin çıkacağını kestirmek güç. Youzhny ve Cilic'de burada. Mart ayından beri maç yapmayan Hewitt'de, Montanes'le zor bir ilk tur maçına çıkacak. Herhalde Berdych yine alır götürür sonra da Nole'a yenilir gibi duruyor.

Açıkçası bu seneki kurayı beğenmedim, geçen sene çok daha enteresan ve güzel eşleşmeler vardı. Rafa, Djokovic ve Ferrer haricinde karışık duruyor. Zaten finalin adı belli gibi...

TRT SPOR, Et mi Olacak Balık mı?


Rahmetli Vedat Okyar'ın çok sık kullanmış olduğu bir söz vardır. Eğer Beşiktaş'a yeni bir transfer yapılmış, fakat bu transfer edilen oyuncu hakkında haftalar geçmesine rağmen henüz bir yorum yapamamışsa, yani transferin faydalı mı yoksa faydasız mı, oyuncunun iyi mi yoksa kötü mü olduğuna dair henüz bir karar verememişse, "X oyuncu da daha et mi balık mı anlayamadık" der, işin içinden çıkardı. Üstad, balık gibi bir lezzeti neden etin yanında harcardı bilinmez ama, onun bu üslubunu bilenler yazıyı okuduklarında gereken mesajı almış olurlardı; önemli olan da buydu zaten.

Malum RG haftasına girmiş bulunuyoruz. Turnuvanın resmi yayıncı kuruluşu TRT'nin internet sitesine bir bakayım dedim. Bakalım nasıl bir program yapmışlar bu haftaya özel, turnuvaya gereken önemi vermişler mi, gereken zamanı ayırmışlar mı? Yoksa eski senelerde olduğu gibi turnuvanın görünürde yayıncı kuruluşu olup, yayınlamaz bir tavır içinde mi olacaklar, bir araştırayım dedim.

Geçtiğimiz senelerde turnuvayı TRT 3 (yeni adıyla TRT SPOR)'ten takip edenler hatırlayacaktır; RG maçlarının en önemli rakibi, TBMM oturumlarıdır. Çünkü kanalın TRT 3 ve Meclis TV olarak dönüşümlü yayın yapıyor oluşu ve kanal yöneticilerinin, meclis oturumlarını maç yayınlarına tercih etmesi, turnuvayı katlederdi. Artık en önemli maçların yerine meclise bağlanılması mı dersiniz, maç saatinde kanalı açtığınızda 50-60 kişilik meclisteki bayık konuşmaların yayınlanması mı dersiniz, ne ararsanız vardı.

Şimdi bu sene şöyle bir avantaj var; malum seçim dönemindeyiz ve bu nedenle meclis çalışmıyor. Böylelikle turnuvanın önündeki tek engel de kalkmış görünüyor. Tabii ben böyle düşünürken, biricik resmi kanalımızın, ikinci ligden Bank Asya'ya ve Banka Asya'dan da Süper Lig'e yükselme maçlarını yayınlayacağını bilmiyordum. Siz de benim gibi gaflete düşmeyin diye uyarayım dedim. Mesela yarın RG maçı izlemek için kanalı açtığınızda, Bandırmaspor-Sakaryaspor maçı ile karşılaşabilirsiniz, ona göre.

Pazar günü turnuvayı tümden görmezden gelen TRT Spor, Pazartesi günü iki buçuk saatini ayırmış neyse ki. 13:15-15:45 arası turnuvaya ayrılmış görünüyor. Bu sürenin iki buçuk saatle sınırlı kalmasının sebebi ise, arkasından başlayacak olan Tavşanlı Linyitspor-Gaziantep Büyükşehir Belediyespor ve Orduspor-Çaykur Rizespor maçları.

Neler düşündüğünüzü az çok tahmin edebiliyorum, ama fazla kızmayın. Çünkü bu play-off maçları Salı, Çarşamba ve Cuma günleri yok. Meclisten sonraki ikinci engelimiz de böylece ekarte edildikten sonra, sonunda mutlu bir tablo görebildim karşımda. Evet, bu üç gün boyunca, 11:45-22:15 arası Roland Garros'a ayrılmış durumda. Bu, daha önce benim TRT'de hiç hatırlamadığım bir şey, yani bütün günün turnuvaya ayrılmış olması. Muhtemelen merkez korttaki tüm maçları yayınlayacaklar bu üç günde. Tamam, Bandırmaspor'un maçı olsa yine onu yayınlayacaklardı biliyorum ama olsun, bu da bir gelişme göstergesi bana göre, küçümsemeyin.

Bu arada bir soru işareti daha var kafamda. HD-en felaketine benzer bir durum, burada TRT HD olarak karşılık buluyor. Hatta bu kanalda, Pazartesi günü TRT Spor'da olmamasına rağmen, tüm gün RG yayını görünüyor. TRT Spor'daki yayın günlerinde de yine bu kanalda yayın var. Umuyorum ki TRT, bir ayrım yapmaz ve NTV grubunun yaptığı gibi ayak oyunlarına başvurup, önemli maçı HD'de, önemsizi TRT Spor'da yayınlamak gibi bir hataya düşmez. Devlet kanalıdır diyorum ve böyle bir şeyi yapma ihtimallerinin olmadığını düşünüyorum. Aynı maçları yayınlarlar muhtemelen.

Neyse, o üç günlük tüm gün turnuva yayını hatırına, şimdilik tam karar veremedim ben. Yani bu turnuvada TRT'nin et mi, yoksa balık mı olacağı, turnuvanın ikinci haftasındaki tutumuyla belli olacak. Zaten, benim gibi birçok kişinin de ilk tenis okulu olduğu için, pek laf edesim gelmiyor TRT'ye. Biliyorum ki Fahri İkiler, birçok insanın ilk tenis öğretmeniydi ve TRT'nin de bu konuda payı olduğu için, bu adamlar ne yaparlarsa yapsınlar pek kızamıyorum. Ama geçmişte üstlenmiş oldukları bu misyonu, Tavşanlı Linyitspor maçı yayınlamak için feda etmeleri beni üzmüyor değil. Ben şahsen, turnuvanın ikinci haftasında, gereken itibarı göstereceklerini umuyorum. TRT'ye yakışanı da bu olur zaten.

20 Mayıs 2011 Cuma

Tommy Haas: "Bu bir şok"


Tommy Haas, Fransa Açık'ta Marsel İlhan'ın ilk turdaki rakibi oldu; ancak başlıktaki açıklamanın bu maçla ilgili olduğunu sanmayın. Süddeutsche Zeitung, 14 aylık aranın ardından Münih Açık'ta bir çiftler maçıyla yeniden korta dönen 33 yaşındaki Haas ile geçtiğimiz ay bir röportaj yapmış. Başlık da bu röportajda kullanılmış. Haas, hazır Marsel ile eşleşerek Türkiye'nin gündemine gelmişken, ben de bu röportajı sizinle paylaşmak istedim.

Süddeutsche Zeitung: Sayın Haas, 14 aylık bir sakatlık arasının ardından Münih Açık’ta ilk defa uluslararası bir turnuvada oynadınız. Çiftlerde Radek Stepanek ile birlikte Simon Aspelin ve Paul Hanley ikilisiyle karşı karşıya geldiniz. Neler hissediyorsunuz?

Haas: Kendimi harika hissediyorum. Hayatım boyunca yaşadıklarım daha iyi olamazdı. Sadece, sürekli tekrarlanan sakatlıklarım bunun istisnasıdır. Şubat ayının başında biraz daha sıkı antrenman yapmaya başladım. Zaten Tenis için şu geçerlidir; oyunun nasıl işlediğini hiç bir zaman gerçek anlamıyla unutmazsınız. Aslına bakarsanız forma girmem gerekiyor ve vücudumun buna nasıl tepki vereceği sorusu da var. Bu nedenle çiftlerle başlamak, geri dönüş için en iyi çözümdü. Maç pratiğine ihtiyacım var ve ayrıca maç gerilimiyle nasıl baş edeceğimi yeniden öğrenmem gerekiyor; ancak bundan sonra beni nelerin beklediğini biliyorum. Daha önce bir kere omuz sakatlığından geri döndüm ki, bir Tenis oyuncusu için bütün muhtemel sakatlıklar içinde en kötüsüdür. Bu sefer bana zorluk yaşatan sağ kalçamdı. Bir de dirseğim.

SZ: Münih’teki turnuvayla geri dönme kararını ne zaman verdiniz?

Haas: Oldukça yakın bir süre önce. Çiftlerdeki partnerim Radek Stepanek aynı zamanda Florida’da komşum. Birlikte yaptığımız antrenmanlardan birinde bana Münih’teki turnuvada oynamak istediğini söylemişti. Ben de ona “Biliyor musun, belki çiftleri beraber oynarız” dedim. Ama aslında bu bir şakaydı. Tabii ki Münih’te, geri dönüşümde bana yardımcı olan bütün doktor ve fizyoterapist ekibi de benimle birlikteydi. Benim için yakın gelecekte en önemli turnuvaların Halle, Paris ve Wimbledon olduğunu düşünüyorum. O zamana kadar forma girmek isityorum. Teklerde de durum bu. Roland Garros öncesi iki hazırlık turnuvasından birisi dahi yeterli olabilir. Madrid veya Roma.

(Not: Tommy Haas bu sezon Stepanek ile Münih’te oynadığı çiftler maçı dışında hiç maç yapmadı, yani Roma ve Madrid’deki turnuvalara katılmadı.)

SZ: Geçtiğimiz aylarda yaşadığınız hisleri tarif edebilir misiniz?

Haas: Bir daha hiç gitmeyecek olan o acının hissedilmesi mi? Bu bir şok. Sonrasında, doktorlardan biri bir kaç ay sonra ATP turuna geri dönebileceğinizi söylese dahi böyledir. İlginç bir şekilde, baba olacağımı bilmem bu sürede bana mental olarak yardımcı oldu. Şöyle hissettim: Tenis’in yanında başka bir hayatım daha var, ve hayatımın bu kısmında işler daha iyi yürüyemez. Ancak, bütün yeniden yapılanma ve rehabilitasyon antrenmanlarının tamamlanmasının ardından dahi, vücudunuz her zaman ters tepkiler verebiliyor. Bu durumda insan kendine sormaya başlıyor: Tenis hala gerçekten bir anlam ifade ediyor mu?

SZ: Geri dönüş için sizi motive eden neydi?

Haas: Hala hedeflerim var, hala her zamanki gibi hırslıyım. Ayrıca, kendime işkence etmek bana zevk veriyor. Ve eğer beş aylık olan kızım bir veya iki sene içinde babasını tenis kortunda oynarken görürse, bu beni çok memnun edecek. Ama veteralar turunda değil, gerçek turda. İşlerin bir kez daha yolunda gidip gitmeyeceği ise önümüzdeki aylarda belli olacak.

Kaynak: Süddeutsche Zeitung, 26.04.2011, sayfa 29

İnternet: http://www.sueddeutsche.de/sport/tennis-tommy-haas-im-gespraech-ich-bin-immer-noch-ehrgeizig-1.1088890

Marsel'den bir iyi bir kötü haber

Marsel İlhan, eleme final turunda Fransız Gensse'e karşısında yenik durumdayken maçtan çekilerek turnuvaya veda etti derken, Lucky Loser kurasından Marsel'in adı çıkmasıyla kendini ana tabloda buldu.

Marsel'in Fransa Açık Ana Tablo ilk tur rakibi Tommy Haas. Bu çok çok çok büyük bir şans çünkü Haas 2010 Şubat'ından bu yana bir tane bile tekler maçı oynamadı. Geçirdiği ameliyatlardan sonra sakatlığı yeni yeni düzelen Haas, çiftlerde iki turnuva oynadı ancak tekler ve 5 setlik bir maç için ne kadar fit durumda olduğu muamma..

Yalnız tabii Marsel bugün maçtan çekildi, onun durumu hakkında henüz bir şey göremedim. Bir sakatlık olduğu kesin, umarım böylesi bir şans, şanssızlığa dönüşmez..

Bahisçilere Göre Roland Garros


Yurtdışındaki bahis şirketleri Roland Garros için oranlarını belirlediler. Şirketlerin açmış olduğu, falanca turnuvayı kim kazanır, filanca maçı kim kazanır bahis oranlarına bakılarak müsabakalar hakkında önceden tabii ki ahkam kesilemez. Ancak, bu oranlar, turnuva öncesinde kimlerin favori olarak gösterildiği ve bu işe kafa yoran insanların, hangi sporcuyu öne çıkardıkları hakkında bize yol gösterebiir.

Eğer toprakta bir turnuva oynanıyorsa ve Rafael Nadal da bu turnuvaya katılıyorsa, turnuvanın favorisi Rafa'dır kuralı aynen işlemekte. Kendisinin turnuvayı kazanmasına 1.95 oran verilmiş ve bir numaralı favori olarak gösterilmiş. Ancak banko Nadal, plase Federer geleneği bu turnuvada bozulmuş. İnanılmaz bir form grafiği ile herkesi etkilemeyi başaran Djokovic'e, anlaşılan şirketler de güveniyor. İkinci sırada gösteriliyor ve oranı da 2.30. Yani Nadal'ın oranına çok yakın. Eminim ki Nadal'ın çok iyi bir toprak ve RG mirası olmasaydı, Djokovic açık ara favori gösterilirdi. Ama bu tarz oranların belirlenmesinde, sporcunun geçmiş yıllarda o turnuvada aldığı sonuçlar da göz önünde bulunduruluyor ve Rafa, bu mirası sayesinde halen bir numaralı aday. Fakat turnuva oynanmaya başlandıkça, performansa göre ben Djokovic'in bir numara olarak gösterilebileceğini düşünüyorum.

Gelelim Federer'e. Kendisinin turnuvayı kazanmasına 1'e 17'lik uçuk bir oran verilmiş. Federer'in katıldığı bir Grand Slam'da, bu denli önemsenmeyeciğini söyleseler inanmazdım. Ancak, hem bu turnuvada iyi bir geçmişinin olmaması (kazanabilme açısından), hem de son dönemdeki toprak turnuvalarındaki form düşüklüğü sebebiyle bu oran ona layık görülmüş. Bizim söyleyebileceğimiz bir şey yok, bu oranları belirleyenleri utandırmak Federer'in elinde.

Juan Martin Del Potro (1'e 21), Andrew Murray (1'e 21), David Ferrer (1'e 34) ve Robin Soderling (1'e 51) sırasıyla diğer favoriler. Geçen yılın finalisti Robin Soderling, belki toprak Masters'larında biraz daha başarılı olabilseydi, kendisinin turnuvayı kazanması bu kadar düşük ihtimal olarak gösterilmezdi. Ancak, 1'e 51 gibi bir oran da, bir önceki yılın finalisti için fazla geldi bana. Aynı zamanda toprakta çok başarılı olan Ferrer'in de, bu kadar geri planda gösterilmesi ilginç.

Anlaşılan bu sene, tenisçiler Djokovic ve Nadal'ın gazabına uğramış. Bu sene bu iki isime öyle bir güven var ki, diğer tenisçilerin bunları zorlamasına bile ihtimal verilmiyor. Böyle bir tekelleşmeyi ben Federer-Nadal rekabeti zamanında bile görmemiştim. Üçüncü bir sürpriz adayı turnuvalara her zaman keyif vermiştir, ancak bu kontenjanı şu an için ne Federer, ne de başka bir tenisçi doldurabiliyor. Bu durum hem şirketlere göre böyle, hem de kamuoyuna göre.

Oranlara ait diğer notlara gelirsek, turda 6. sırada olan Tomas Berdych 10. sırada favori gösterilmiş ve turnuvayı kazanmasına 1'e 101 verilmiş. İlk 10'daki diğer isimler Melzer ve Monfils'e 201 oran verilirken, 10. sıradaki Mardy Fish, turnuvanın 154672. favorisi olarak gösterilmekte. İlk 10'daki bir tenisçiye yakışmıyor bu durum diyeceğim ama adamlar da haklı, anlıyorlar maldan. Son bir ilginç not da, turda 13. sırada bulunan Youzhny sondan üçüncü sırada favori gösterilirken, turda 14. sıradaki Gasquet 9. sırada favori gösterilmiş. Artık Gasquet'in son almış olduğu Federer galibiyeti mi desem, yoksa ev sahibi olması mı desem, bilemedim. Ama turda kendi önünde bulunan bir adam sondan üçüncü favoriyken, kendisinin 9. sırada favori gösterilmesi abartı geldi bana. Benim göremediğim bir form patlaması mı yaşadı acaba, bir anlam veremedim.

Bu arada bahis demişken, Marsel'in son eleme maçı için, Gensse ile Marsel'e eşit oranda şans tanınmış. Biz de haydi bakalım Marsel diyoruz o zaman!

Strong is Beautiful: Victoria Azarenka


"Topa sert vurmayı seviyorum,
onu ezmeyi..
Ve eğer top geri geliyorsa,
o zaman bana bir şey anlatmak istiyordur..
Biraz daha sert vurmaya ne dersin ?"

19 Mayıs 2011 Perşembe

Haydi Marsel

Marsel, Roland Garros ikinci ön eleme maçında Marinko Matosevic'i 6-2 6-3 ile geçip final turuna yükseldi.

Oyunu baştan sona domine etti, ben bu kadar net bir sonuç beklemiyordum açıkçası. Şimdi ana tablo göremediği tek Grand Slam olan Fransa Açık için tek bir maç kaldı.

Final turunda rakip Fransız Augustin Gensse oldu. Gensse, ikinci eleme turunda bizim daha yakından tanıdığımız Bautista-Agut'u üç set süren, 2.5 saatlik uzun bir maçla saf dışı bıraktı.

Gensse hakkında açıkçası çok bir şey bildiğimi söyleyemem. Kariyer açısından vasat bir raket, bir toprak kort oyuncusu ki geçen sene Futures turnuvalarında fırtına gibi estiğini görüyoruz. Futures turnuvaları bir ölçü olamaz ama o kadar başarılı ki gözümü korkutmadı değil. Fransız olması da bizim işimizi zorlaştıracak bir diğer etken olacaktır.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Adam mutlu beyler


Novak Djokovic ve sevgilisi Jelena Ristic, Cannes Film Festivaline katılmışlar. Fotoğraflara şöyle bir göz gezdiren herkes Nole'un ne kadar mutlu olduğunu görecektir. Onlara bakarken ben aptal aptal sırıtmaya başladım, bana noluyosa =)

Strong is Beautiful: Kim Clijsters


"Bebeğim olmadan önce bütün zamanımı tenise adıyordum.
Sonrasında ödün vermek zorunda kaldım.
Şimdi;
Zamanımın yüzde yüzünü bebeğime adıyorum
ve
yüzde yüzünü tenise.."

17 Mayıs 2011 Salı

Rakamlarla 39 maçlık seri


ATP websitesinin editörleri Djokovic'in 39 maçlık galibiyet serisini rakamlara dökmüşler. Arada doldurcaz diye zorlama şeyler var ama olsun, bir köşede dursun bakalım..

0- Avustralya Açık, Dubai ve Miami finallerinde yaptığı çift hata sayısı
1- Grand Slam sayısı
2- 2010 Davis Cup finalindeki galibiyet sayısı
3- Roger Federer'i yendiği maç sayısı
4- Rafael Nadal'ı yendiği maç sayısı
5- 60 dakikanın altında kazandığı maç sayısı (az mı çok mu karar veremedim)
6- Top10'den yendiği isim sayısı
7- Turnuva şampiyonluğu sayısı
8- Vatandaşı Troicki'yle oynadığı üç maçta kaybettiği oyun sayısı
9- Kaybettiği set sayısı (inanılmaz)
10- Top5'e karşı kaydettiği galibiyet sayısı
11- 2010'da 37. galibiyetini aldığındaki toplam yenilgi sayısı (ne saçma bir istatistik)
12- Indian Wells'de ilk 4 turda kaybettiği oyun sayısı
13- Top10'e karşı kaydettiği galibiyet sayısı
14- 6-1 kazandığı set sayısı (bu da çok acaip)
15- Servisini kırdırmadan kazandığı maç sayısı (dominasyon böyle olur)
16- Toplamda Nadal'a kaybettiği maç sayısı (Ne ilgisi var şimdi, dolsun diye koymuşlar resmen)
17- Miami'de karşılaştığı servis kırma puanı sayısı, 15'ini çevirmiş.
18- Ocak 19'dan Şubat 23'e kadar üstüste kazandığı set sayısı
19- Avustralya Açık'ta kazandığı set sayısı (Sadece 1 set kaybetti)
20- Kariyerindeki Açık turnuva şampiyonluğu sayısı
21- Rakibinin servisini en az 5 kere kırdığı maç sayısı
22- Masters turnuvalarında kaydettiği galibiyet sayısı
23- Solak rakiplere karşı kariyerinde kaybettiği maç sayısı (Bu seride solaklara karşı oynadığı 8 maçı da kazandı)
24- 22 Mayısta gireceği yaş
25- Kariyerinde kazandığı şampiyonluk sayısı
26- Sert kortta kazandığı maç sayısı
27- En son Federer'e kaybettiği maçın tarihi (Kasım)
28- Bu seride galibiyet kaydettiği oyuncu sayısı
29- Ivan Lendl'ın 1986 sezonunun başında kaydettiği galibiyet serisi (Nole, Madrid 3. turunda bu seriyi geçti)
30- Indian Wells'de 6 maçta kırdığı servis sayısı
31- Bjorn Borg'un 1980 sezonunun başında kaydettiği galibiyet serisi (Nole, Madrid yarı finalinde bu seriyi de geçti)
32- Nadal'ın kariyerinde kaydettiği en uzun galibiyet serisi (Ne alaka şimdi)
33- Roma finalinde Nole ve Rafa'nın ilk servis karşılama yüzdesi
34- Kariyerinde son setlerde kaybettiği maç sayısı (Bu seride son sete giden 9 maçı da kazandı)
35- Bu seride ilk seti kazandığı maç sayısı
36- 2 numarada geçirdiği hafta sayısı
37- Djokovic'in bitirdiği Nadal'ın toprak kort galibiyet serisi
38- Roma finalinde Nole ve Rafa'nın kazandığı servis puanı sayısı
39- Ve tabii ki üstüste kazandığı maç sayısı

İşte gördüğünüz gibi arada enteresan notlar olmakla birlikte, editörümüz doldurmak için epey uğraş vermiş. Hepsi bu seriyle ilgili olsa daha iyi olurmuş ama herhalde o kadar çok şey bulamadılar.

Marsel ilk adımı attı

Temsilcimiz Marsel İlhan, Roland Garros eleme ilk turunda belalısı Conor Niland'ı 7-6(8) 6-3'lük iki setle mağlup edip ikinci eleme turuna adını yazdırdı.

Marsel'in ikinci rakibi Avustralyalı Marinko Matosevic oldu. Matosevic bu sezon oynadığı 5 toprak kort maçında yalnızca 1 galibiyet çıkarabildi. Toprak kortu sevmeyen 2 oyuncunun maçında umarım kazanan Marsel olacaktır.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Strong is Beautiful: Li Na


"Çin, 1.3 milyarlık bir ülke. 
Buna rağmen hiç Dünya 1 numaramız 
veya 
bir Grand Slam şampiyonumuz olmadı. 
Baskı yok.."

Lady Masha & Spartacus


Bu haftasonu tenis açısından gerçekten güzel bir iki gün geçirdik diyebilirim. Özellikle iki favorim Masha ve Rafa finale yükselince benim açımdan daha da bir keyifli oldu. Ancak Novak "Spartacus" Djokovic, bu lakap Roma'da daha da bir yakıştı, dördüncü kez üstüste Rafa'yı mağlup etmeyi başardı. Dün Melih'in de dediği gibi ben de Nole'un kaybemesini isteyemiyorum, o kadar iyi bir seri ki artık yeter diyemiyorum. Ama Roland Garros'da maalesef onun yanında olamayacam..

Yağmur sebebiyle 3 saat gecikmeli başlayan bayanlar finaline Masha, adeta fırtına gibi girdi. İlk sette daha ne oluyor diyemeden 4-0'ı yakaladı ki bu süreçte Stosur sadece 3 sayı alabildi. Stosur'dan gelen saçma sapan hatalar Masha'nın oyunu domine etmesinden mi yoksa gerçekten kötü bir gününde miydi anlayamadık. Sonra biraz toparlar gibi yaptı, hatta ikinci sette oyunu biraz da dengeledi ama sonuçta bugün bu kupayı delicesine isteyen bir Masha vardı.

Kariyerinin kuşkusuz Grand Slam'lerden sonra gelen en önemli şampiyonluklarından biri. Toprak kortta böylesine üst düzey bir turnuvayı kazanmak tam da Roland Garros öncesi çok şey ifade ediyor. Zaten o da bunun farkındaki maç sonu röportajında; "Toprakta en iyi hareket eden ya da en iyi kayan olamayabilirim veya en güçlü bacaklara sahip en güçlü oyuncu olamayabilirim, ama teniste bundan çok daha fazlası var." şeklinde enteresan bir açıklama da bulunmuş.

Dediklerine sonuna kadar katılıyorum. Seversiniz, sevmezsiniz o ayrı ama Masha gerçekten saygı duyulması gereken, özel bir oyuncu.


Korkunç.. Gerçekten korkunç bir performans. Seri 2011'de 37-0'a geldi. Toplamda 39-0. McEnroe'nun tarihi rekoruna 6 maç kaldı. Bu da Roland Garros'da yarı final görürse rekor artık onun demek oluyor..

Söylenebilecek fazla bir şey yok, artık tüm tenis dünyası Roland Garros'a kitlenmiş durumda. Bayanlarda işler çok daha karışık, geçen sene gibi sürpriz bir final izlememiz olası. Erkeklerde ise aksilik olmazsa -hiç olacakmış gibi durmuyor- finalin adı şimdiden belli.

Maria Sharapova def. Samantha Stosur 6-2 6-4
Novak Djokovic def. Rafael Nadal 6-4 6-4

15 Mayıs 2011 Pazar

Strong is Beautiful: Serena


"Her Grand Slam'den önce yedi kıyafet seçerim, yedi. Kazanmam gereken her maç için bir tane. Hepsini giymeyi planlamasam yedi kıyafet seçmezdim."

Bu Seri, Yarın Bitmeyi Hak Etmiyor


Herhalde kişisel yapımdan olsa gerek, yenilmezlik/galibiyet/gol yememe vb. serilere, bu seriler uzadıkça sempati duymaya başlarım. Bu serileri kim yaparsa yapsın, ister sevdiğim bir sporcu/takım olsun, ister sevmediğim, hemen ilgimi çekerler. Seri gidebildiği yere kadar gitsin isterim; gol mü yenmemesi lazım, yenmesin, maç mı kaybetmemek lazım, kaybedilmesin, hep galip mi gelmek lazım, hep galip gelinsin.

Şu sıralar tenisle ilgili ilgisiz herkesin odaklandığı tek bir şey var: Djokovic'in bu müthiş galibiyet serisi ne zaman bitecek?


Daha önceleri yenmekte zorluk çektiği isimleri teker teker, hem de defalarca yenmesi bir yana, kalburüstü tenisçileri de yenmekle bırakmıyor, skor olarak da onlara gözdağı veriyor. Şu anda herkes üst üste kazanılan maç sayısına kilitlenmiş durumda. He arada Grand Slam'lar, Masters'ler filan kazanılıyor ama bu pek kimsenin umrunda değil, asıl amaç serinin bozulmaması, şampiyonluklar ikinci planda.

İşte bu gece de, seriye bir halka daha katıldı. Aslına bakılırsa, bir ara serinin sonuna geldik diye düşünen çok olmuştur (ki bunlara ben ve Mehmet Sevinç de dahil), ama Spartacus (by Mehmet Sevinç) bizi yanılttı ve bu serinin neden bu denli uzun olduğunu bir kez daha gösterdi. Eğer şu anki durumun tersi olsaydı, yani Murray galip gelip seriye son noktayı koysaydı, ben bu durumu hiç yadırgamazdım. Zira böyle görkemli bir seriye yakışacak güzellikte bir maç oynandı bugün. Eğer bu seri bitecekse, böyle bir maç sonunda bitmeli elbet.

Şimdi yarın öyle bir maç var ki, bu maç hem turnuvanın finali, hem de serinin finali olabilir. Çünkü Nadal, Djokovic'e kıyasla beleş bir şekilde finale gelmişken, Djokovic, hem aylardır gösterdiği üstün performansın, hem de bu turnuvada gösterdiği yüksek eforun etkisi ile maça çıkacak yarın. Bu yorgunluk etkenleri bugün onu bir ara sıkıştırdı ama o yine de üstesinden gelmeyi bildi. Fakat yarın ne durumda olur pek kesiremiyorum. Ama ben, bu serinin, hem kendim bir seri fetişisti olmam nedeniyle, hem de bu denli emek sarfedilerek gelinen bu noktada, Djokovic'in bahsettiğim dezavantajları nedeniyle bitmesini istemiyorum. Dediğim gibi, bitecekse bugünkü gibi kıran kırana bir maç sonucu bitmeliydi, sakatlık/yorgunluk vb. sebeplerle biterse çok yazık olur. Kaldı ki, yarın olası bir mağlubiyette bunların etkisinin olması kaçınılmaz bir durum gibi görünüyor. İşte sırf bu nedenlerle, yarın, daha önce hiç olmadığı kadar Djokovic'i desteklemek geliyor içimden.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Ball-boy'luktan şampiyonluğa: "Welcome Home Roger Federer"


Herkese merhaba. Bundan böyle passing-shot blog'da Yaz Helvası imzasıyla bendeniz Doruk Şahinel'in yazılarını bulacaksınız. Başlarken, Hamburg'da yüksek lisans yapan bir elektronik mühendisi olarak, tenisle ilişkimin ateşli koltuk üstü taraftarlığı ile sınırlı olduğunu söylemem gerekiyor. Ayrıca, kendi blogumda (bonlibero.blogspot.com), tenisle ilgili konuşmaya değer bulduğum hikayeleri yazmaktaydım. Artık bu hikayeleri passing-shot blog'da sizlerle paylaşacağım. Bana bu fırsatı sunan Berke Berberoğlu'na da buradan teşekkürlerimi sunarım.

Üzülerek söylemeliyim ki, ilk yazımın konusu tenis gündeminden şu an için uzak. Yine de biri kişisel, biri de genel iki sebepten ötürü bu yazıyla başlamak istedim. Kişisel olarak, bir tenis bloguna yazdığım ilk yazıda, bana tenisi sevdiren efsaneye saygı duruşunda bulunmam gerektiğine inandım. Diğer taraftan, Basel'de izlediğim ATP turnuvasından yola çıkarak sözü yıl sonunda İstanbul'da düzenlenecek olan WTA sezon finali turnuvasına getirmek istedim.


Ekim ayında Roger Federer'in kendi evinde dördüncü şampiyonluğunu ilan ettiği Basel ATP tenis turnuvasının çeyrek finallerini yerinde izleme şansım olmuştu. Bu yazıda, turnuvadan aklımda kalan notları paylaşmak ve Federer'in doğduğu şehir olan Basel'deki turnuvayla olan ilişkisi üzerinden spor kültürü üzerine bir kaç görüş aktarmak istiyorum.

ATP Basel'in en önemli hikayesi elbette Roger Federer'e ait. Bildiğiniz üzere, bugün Federer ismi tenis kortlarının sınırlarını fazlasıyla aşmış durumda. Fotoğrafı, 2000'li yılların en önemli imgelerinden biri konumunda, kanımca Michael Schumacher ile birlikte geçtiğimiz on yılın en büyük iki spor efsanesinden biri. İsmi mükemmellik, hayranlık, takdir gibi kelimeleri çağrıştırdığı için olsa gerek, küresel ölçekli pek çok şirketin reklamlarında kullanmayı tercih ettiği bir yüz.

Doğduğu şehirdeki tenis turnuvasını 4. kez kazanmayı başaran majesteleri için bu turnuvanın çok daha farklı anlamlar içerdiği açık. Zaten çeyrek final maçı sonunda verdiği röportajda keyfinin yerinde olduğu her halinden belli oluyordu. Sonuçta her turnuvada korta çıkarken pek çok ünvanı sayılıyor; ama "Welcome Home (Evine hoşgeldin) Roger Federer" diye çağrıldığı tek turnuva bu. Dilerseniz Basel ATP turnuvasının bir efsanenin doğuşuna nasıl katkıda bulunduğu üzerinde biraz duralım.


Basel, benim aklımda spor tarihinin en büyük efsanelerinden birini gördüğüm yer olarak kalacak; ama bu turnuvayı özel kılan, turnuvanın Federer için de aynı anlamı ifade etmesi. Top toplayıcı (ball-boy) olarak görev yaparken John McEnroe, Boris Becker, Stefan Edberg gibi tenis efsanelerini yakından izleme şansı bulmasının, Fedex'in bu oyuna aşık olmasına büyük bir katkı yaptığı aşikar. İsviçre ve Türkiye'nin başta mali olmak üzere diğer pek çok farklılığını hesaba katmadan, örnekleme yapmak afaki kalabilir (sonuçta double whopper menünün 13 euro(~28 lira) olduğu bir ülkeden bahsediyoruz); ama Türkiye'den neden dünya çapında spor yıldızları yetişmediği üzerine kafa yorarken Federer - Basel ATP örneğine göz atmakta fayda var.

Bu örnekten hareketle, ülkelerde düzenlenen uluslararası spor turnuvalarının iki temel faydasına göz atmak istiyorum. Birincisi turnuvaların genç sporculara hedef koyma imkanı tanıması. Küçük yaşlarda çocukların kendilerine hedefler koymalarında rol modellerin taşıdığı önem oldukça fazla. Konunun uzmanı olmamakla birlikte, Eğitim Gönüllüleri'nde (TEGV) çalıştığım dönemde, konuyla ilgili kişisel gözlemler yapma şansına da eriştiğim için bu cümleyi gönül rahatlığıyla kurabilirim. Federer'in çocukluk günlerine dönersek, ball-boy olarak görev yaptığı turnuvada okuldan beş on arkadaşının onun ismini bağırmasının Roger'ın hoşuna gittiğini tahmin edebiliriz.(Arkamda oturan bir grup çocuk, ball-boy olan arkadaşları salona girince tezahürat yaptıkları için bu örneği vermeyi tercih ettim.) Ama, Roger'ın o turnuvadan en çok aklında kalan sanıyorum McEnroe, Becker veya bir başka efsane salona girdiği vakit salonda kopan alkış fırtınasıdır. Kendinizi o çocuğun yerine koyarsanız, Federer'in bugüne kadar bir çok başarıya imza attığı kariyerine başlamasının en önemli motivasyonlarından birisinin, kendi şehrinde düzenlenen tenis turnuvası olduğunu siz de fark edersiniz. 5 -10 arkadaşının tezahüratından binlercesine ulaşmak bir çocuğu hedefler koymaya itmek için fazlasıyla yeterli bir sebep olsa gerek. 40 yıldır düzenlenen bir turnuva, yüzlerce top toplayan çocukta bu kıvılcımı yakıp, birinin dahi profesyonel olarak bu sporda başarılı olmasını sağladıysa başarılıdır. Hele ki Federer gibi bir efsaneyi çıkarmakta katkısı olduysa...


Turnuvaların bir diğer faydası ise bir ülkede spor kültürünün yerleşmesine olan katkıları. Bugün Federer salona girdiğinde alkışlamayı sonuna kadar hak eden İsviçreliler, aynı alkışları zamanında diğer ülkelerden gelen efsanelere de cömertçe sundukları için bugün böylesine önemli bir dünya yıldızına sahipler. Eski turnuvaları izlemedim; ama turnuva sırasında Djokovic, Roddick gibi isimlere gösterdikleri sevgiden bu çıkarımı yapabiliyorum. Sporda başarı elde etmenin yolunun, alın teri dökmek olduğunu bilen ve buna saygı duyan seyirciler, bir yandan da içten içe 30 yıl boyunca kendi efsanelerini alkışlamanın özlemini çektiler ve sonunda Federer seyircilerin bu özlemine karşılık verdi. Oyunun efsanelerine saygı duyarken aslında kendi efsanelerini yaratmak için gerekli kültürel ortamı da yaratmışlardı. Ball-boy Roger Federer, kazanacağı Grand Slam'lerin ardından nasıl bir takdir göreceğini çocuk yaşta anlamıştı.

Türkiye'nin büyük organizasyonlara ev sahipliği yapması ve bu organizasyonların medyanın katkısıyla kamuoyunda heyecan yaratması spor kültürünün gelişmesi için hayati denilebilecek bir önem arz ediyor. Tenis özelinde elimizde büyük bir fırsat var; çünkü 2011 WTA sezon sonu finali İstanbul'da düzenlenecek. Bu turnuvayı tenisin gelişimi için bir fırsat sayacaksak hemen harekete geçmeliyiz; çünkü ülkenizde uluslararası bir organizasyon düzenlemek 1992 Barselona Olimpiyatları heyecanını kesinlikle yaratacağınız anlamına gelmiyor. 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'ndan aklınızda Rus dansçıların sahaya çıkıp çıkmaması ve "maddi manevi" tartışmaları dışında ne kaldı?

Ben, ileride bir S. Williams veya Federer çıkarmak için bu organizasyonu sahiplenmenin ve heyecanını mümkün olduğunca fazla insana yaymanın önemini, Federer'in Basel'de "bir ayrı" parıldayan gözlerinde görme şansına eriştim. Umarım bir gün bizler de, İstanbul'da bir dünya yıldızına "evine hoşgeldin" deme şansına erişiriz.

Son şampiyon kayıplarda


Geçen sene Roma'da büyük bir sürprize imza atıp biraz da kura şansıyla şampiyonluğa ulaşan Maria Jose Martinez Sanchez, bu sene turnuvaya ilk turda veda etti.

Oyun tarzını çok beğenirim MJMS'in ama istikrar namına hiçbir şey yok hatunda. Roma'dan sonra 19 numaraya kadar yükselip şimdi 80'lere gerilemesinin başka bir açıklaması yok zaten. Bu sezona da berbat başladı. Henüz 2 maç üstüste kazanmışlığı yok.

Bu hafta sıralaması açısından önemliydi, geçen sene kazandığı puanları da bir kalemde silinince, büyük olasılıkla pazartesi kendini top 100'ün dışında bulacak. Roland Garros'da ana tablo görür ama işi ciddi anlamda zor.