18 Aralık 2011 Pazar

Gözle Görülenden Fazlası - Marion Bartoli



Bu yıl WTA'de dikkat çeken isimlerden biri de Marion Bartoli'ydi. Özellikle Roland Garros'da Fransız seyircisinin desteğiyle yarı finale kadar yükseldi; ancak son şampiyon Schiavone'ye takılarak bir Grand Slam kazanma hayalini ertelemek zorunda kaldı. Sezon sonunda WTA finallerine katılmak için gösterdiği çaba da sakatlık nedeniyle sonuçsuz kaldı ve Bartoli sezonu 9. sırada tamamladı. Daha önce Djokoviç röportajını çevirdiğim Australian Tennis dergisinde, Bartoli'ye dair de güzel bir yazı vardı ve ben de bu yazıyı blogda paylaşmak istedim. Okul günlerine dair iyi anılara sahip olmayanlar ise yazıyı okurken Bartoli'ye sinir olabilirler, benden söylemesi.

Marion Bartoli – Gözle Görülenden Fazlası

Profesyonel olmak, çok yüksek bir IQ ve yaratıcı olmak için gereken yeteneğe sahip olan Marion Bartoli’nin aklına hiç gelmemişti. Yine de, bu yarı-zamanlı çalışan ressam ve yetenekli öğrenci, bir numaralı Fransız kadın tenisçi olmayı ve de bir Grand Slam kazanmak için iddialı konuma gelmeyi başardı.

Bu kadar başarılı bir oyuncunun bu kadar düşük profilli olması çok alışıldık bir durum değil; ancak Marion Bartoli’de göze görünenden fazlası var. Bu yılın başındaki bir röportajda  175 IQ’ya sahip olduğunu açıklamıştı. Bu rakamın Beethoven, Albert Einstein, Bill Gates ve Stephen Hawking’den yüksek olduğunu söylemek, karşılaştırma yapmak adına faydalı olacaktır. Etkileyici olduğunu söylemek gerek; ancak bu Fransız kız bunu çok önemli bir şey olmadığını düşünüyor:

“Yalnızca 9 yaşındaydım. Eminim ki bugün aynı testi yaptırsam, sonuç aynı olmazdı” diyor ve ekliyor: “Fransa’da bütün çocukların bu testten geçmesi gerekiyor, sonuç da oldukça yüksek oldu. Ancak bunu çok ciddiye almamalısınız. Ben IQ testinin birisinin zeki olup olmadığını gösterdiğine inanmıyorum. Bu yalnızca bir test. Ben bunu çok ciddiye almıyorum ve ben o süper zeka kızlardan değilim.”

Belki. Ama, diğer taraftan bakarsak, belki de sorunlu bir dahiyi anlatan A Beautiful Mind filminin en sevdiği filmlerden birisi olması da bu yüzden. Okuldaki günlerini sevdiğini ise saklamıyor.

“Okulda çok iyiydim. Bunu çok severdim. Benim için her gün okula gitmek çok keyifliydi. Okula giderken hiç zorlu bir dönem geçirmedim. Hep gülümserdim. Bir şeyler öğrenmenin, iyi sonuçlar almanın, arkadaşlarımla birlikte olmanın ve eğlenmenin keyfini çıkarırdım. Benim için tamamen zevkti.”
Okulunda başarılı olması, tabii ki, ona yardımcı oldu. Bartoli’nin bugün tenis kortlarında yer almasının nedeni de okuldaki başarısı. Okulda çok başarılı olduğu için sporla uğraşmaması gerektiğinin söylenmesi, onun için önemli bir motivasyon kaynağı olmuş.

“Her şeyde iyi olduğumu düşünüyorum. Tamam, belki çok abartılı bir söz; ama gerçekten, notlarımı görmeliydiniz. Matematikten 20 üzerinden 19, Fransızca’dan 20 üzerinden 28 alırdım. Her şey çok kolaydı. Bir sayfa okuduğumda hepsini ezberime alırdım. Bu doğuştan gelen bir yetenekti ve bu şekilde çalışabildiğim için çok şanslıydım; çünkü bu durum bana tenis oynamam için vakit yaratırdı.”

“Herkes bana, sadece okula gelmemin daha faydalı olacağını ve belirli bir seviyede olmadığım için spor yapmamam gerektiğini söylüyordu. Bense: ‘Tamam, okulda her şey çok kolay oluyor, belki de benim için fazla kolaydır. ’ Ben biraz daha zorlu bir şeyler yapmak istiyordum, bu nedenle de: ’Yapamayacağımı mı düşünüyorsunuz? Ben size yapabileceğimi göstereceğim’ dedim.”
Öyle dahi olsa, profesyonel bir tenisçi olmayı aklının ucundan dahi geçirmiyordu. Sadece olayla bu şekilde gelişti.

“Bir tenisçi olacağımı hiç düşünmemiştim. ‘Tamam, junior turnuvalarında bir Amerika Açık veya bir Grand Slam kazanmayı deneyeceğim’ dedim ve kazandım. Sonra profesyonel seviyeye geçtim ve ‘Tamam, birkaç ITF turnuvası kazanmayı deneyeceğim’ dedim ve onları da kazandım. Bazı hedefler koyar ve onlara ulaşırsınız. Ama hiçbir zaman bugünden itibaren profesyonel bir tenis oyuncusuyum demedim, asla. ”

İlk WTA karşılaşmasına yaklaşık 10 yıl kadar önce, Roland Garros’da çıktı ve ilk turda kaybetti. Kariyerinde, her oyuncunun en büyük hedeflerinden biri olan Wimbledon finalini gördü. Bu olay 2007 yılında gerçekleşti. Yarı finalde Justine Henin’ı, en büyük hayallerinden biri olan Wimbledon şampiyonluğundan ederek finale yükseldi; ancak Venus Williams’a karşı finali kaybetti. Bir kaç gün sonra ilk kez ilk 10’a girerek en iyi Fransız kadın oyuncu ünvanını kazandı.

Bu yıl, Indian Wells finaline kalmayı başararak yeniden bu seviyeye ulaştı. Sonrasında birkaç basamak geriye düşmesine karşın, kariyerinin en başarılı dönemi sayılabilecek bir dönemi geride bırakarak ilk 10’a yeniden yerleşti. Bu dönem, Roland Garros’da bir yarı final, Eastbourne’de bir şampiyonluk ve Wimbledon’da bir çeyrek finali içeriyor.

Bu arada, bir Wimbledon finalisti olmanın Bartoli’ye All England Club’da özel üyelere tahsis edilen bir soyunma odasını kullanma ayrıcalığını kazandırdığını da ekleyelim.

Bartoli bu konuyla ilgili olarak: “Burası oldukça özel” açıklamasını yapıyor. “Oldukça az kişilik bir kulübe üye olduğunuzu düşünüyorsunuz. Dürüst olmak gerekirse, bu kendinizi iyi hissetmenizi sağlıyor. Her şey sizin için yapılmış. Orada, bazı hanımlar size yardımcı oluyorlar. Örneğin, yağmur varsa ve yağmur gecikmesi esnasında eşyalarınızın yıkanması gerekiyorsa, bunu sizin için onlar yapıyorlar. Veya kıyafetinizin ütülenmesi gerekiyorsa onu da yapıyorlar. Ben onlardan çok fazla talepte bulunmuyorum. Ben bir günde 200 iş isteyen insanlardan değilim, ama eğer bir şeye ihtiyacınız varsa, bunu yaptırabilme şansınız var. Bu Wimbledon’ı benim için oldukça özel kılıyor.

Bartoli’nin yaşadığı türdeki lüks ve ayrıcalıklara karşın, profesyonel turda olmak oldukça zor bir iş. Her hafta kendinizi ispat etmeniz için sürekli bir baskı var; ancak yalnızca bir kazanan olabilir. Oyuncuların da rahatlamak için çeşitli yönemleri var. Bazıları PlayStation oynayarak, bazıları müzik dinleyerek, bazıları da okuyarak dinleniyor. Bartoli ise resim yapıyor.

“Yağlı ve sulu boya çalışmaları yapıyorum. Ancak bunları tura getirmek çok zor; çünkü yağlı boyanın kuruması için on güne ihtiyaç var ve ben bir yerde en fazla yedi gün kalıyorum. Eğer uçağa almak için üzerini kağıtla kaplarsanız kağıt boyaya yapışıyor, bu da iyi değil. Sulu boyayı da yolculukta yanında taşımak oldukça zor o nedenle tur zamanı onları yanıma alamıyorum.”

“Ama eve döndüğüm zaman çalışıyorum. Cenevre’de yaşadığım için çok şanslıyım; çünkü etrafımda göller ve dağlar var, günün içerisinde farklı gölgeler oluşuyor ve kışın da güneş ya var ya da yok. Pek çok farklı şeyi resimlerime taşıyabiliyorum. Ancak bu sadece eğlenmek için. Kendime bir sanatçı diyemem. Bu fazla kendini beğenmişlik olur. Ben sadece resim yaparak rahatlamayı seviyorum.”

“Favori ressamım Van Gogh. Onun yaptıklarını gerçekten çok beğeniyorum...New York veya Paris’teyken müzelere gitmeyi çok seviyorum. Böylece zihnimi kortlardan uzaklaştırarak rahatlıyor ve zihnimi tazeleyerek kortlara dönüyorum”, diyor Bartoli.

“Dört yaşımdan beri resim yapmayı çok seviyorum. Ayrıca bir şeyler inşa etmeyi de severdim. Çok küçük bir çocukken hiç oyuncak bebeklerle oynamazdım. Hep legolarla oynar veya puzzle yapardım. İşte bu benim. Böyle şeyler yapmayı seviyorum. Çok dikkatliydim ve her şeyin düzen içinde olmasına özen gösterirdim. 7 yaşımdayken Beyaz Saray’ın 3D puzzle’ını yapıyordum. Tam 500 parçaydı ve ailem sürekli bana bakıyordu. 6 saat boyunca onunla uğraşır ve hiç sıkılmazdım. Bana bakarlardı ve ben konuşmazdım bile.”

Bu örnek, yaptığı işte kendini kaybetme konusunda doğuştan gelen yeteneğiyle Bartoli’nin kendi seçeceği her işte başarılı olabileceğini gösteriyor. Ve, kendisi de dahil olmak üzere, kimse Bartoli’nin profesyonel tenisi seçmesini beklemediğini de düşünürsek, bir numaralı Fransızın bu işte de başarılı olduğu kuşku götürmez.

Kaynak: "More Than Meets the Eye, Australian Tennis Dergisi, Eylül 2011 Sayısı

13 Aralık 2011 Salı

İlk öpene araba !



Belçika'da düzenlenen Diamond Games gösteri maçları kapsamında Clijsters ve kardeşi Elke, Wickmayer Wozniacki ikilisine karşı çiftler maçı oynamış. Maç dediysek tam anlamıyla geyik, video'da Clijsters sandalye hakeminin mikrofonundan Wicky'i ilk öpen erkeğe araba vericem gibi bişiy demiş heralde :) korta atlayan adamın çabası takdire şayan, yalnız korumaların işini ne kadar ciddiye aldığı da ortada..

İkinci video'da da Caro'nun küçük çaplı dans gösterisi yer alıyor. Beni güldüren danstan çok arka planda çalan "Sexy Bitch" şarkısı oldu.

10 Aralık 2011 Cumartesi

Kuzey Işığı Yükseliyor - Angelique Kerber Röportajı


Angelique Kerber'in ismi bu blogda en son şu şekilde geçmişti:

"Amerika Açık'ta bu senenin hikayesini maalesef Alman Angelique Kerber yazdı. Maalesef diyorum, seveni, seyredeni varsa özür diliyorum, olmadığına eminim zaten de benden çıksın.

Kendisini Antalya'da, İstanbul'da izlemiş biri olarak, biri bana Amerika Açık yarı finali oynayacağını söylese o anda harakiri yapardım herhalde."

Peki ben bu blogun sahibinin böylesine nefretini kazanmış kızın hikayesini, hem de itiraf edeyim Amerika Açık’ta bir maçını dahi izlememişken, neden bir kez daha bu bloga taşıyorum? Röportajın içeriğinin de, özellikle Petko ile karşılaştırırsak oldukça sıkıcı olduğunu eklemeliyim.

Onca eksiye karşın röportajı buraya koyarken, şu soruyu kendinize sormanızı istiyorum: Yarı finale kadar adını kimsenin duymadığı ortalama yetenekteki bu kızın Alman olması tesadüf mü? Bu sorudan hareketle yazının içine, biraz da yazıya hareket katmak amacıyla Almanya'ya dair notlar ekledim. Sonuna da burada sorduğum soruyla ilgili görüşlerimi ekledim. Yalnızca röportajı okumak istiyorsanız italikle yazılan kısımları atlayabilirsiniz.

Kuzey Işığı Yükseliyor

Angelique Kerber nasıl sıfırdan Amerika Açık’ın yarı finaline kadar geldi? Başarısıyla diğer Alman tenisçilerini unutulmaya iten bu kız kim? Tennis Magazin, yaptıklarına kendisinin dahi inanamadığı bu kızla memleketi Kiel’de buluştu.

Angelique Kerber annesi Beata ile Hamburg hava limanına geldiğinde, onu karşılayacak kimse yoktu. Babası Slawek, Neumünster yakınlarındaki TC Boostedt’te tenis dersi vermek zorundaydı. Kız kardeşi Jessica ise Kiel’deki kozmetik salonunu boş bırakamadı. Bu nedenle Kerber’in, kariyerindeki en büyük başarıyı yarı finale kalarak elde ettiği New York’tan dönüşü de Hamburg-Kiel otobüsünde sonlandı. Amerika Açık’ta rüya gibi bir deneyim yaşayan ve eskiye göre 440.000 dolar kadar zenginleşen birisi için dikkat çekici bir durum. Hayatının eskisi gibi olmayacağı ise, Kiel otobüs garından evine gitmek için bir taksiye bindiği zaman belli oldu.

İşte Almanya ile Türkiye arasındaki farklara muhteşem bir örnek. Amerika Açık'ta yarı final oyna, sonra da otobüsle memleketine dön. Bunu Avrupa merkezci bir doğru-yanlış karşılaştırması olarak görmeyin; ama Hiddink'in "duygusalsınız" derken kastettikleri biraz da burada yatıyor. Bizim bir tenisçimiz yarı final oynayıp memlekete dönse herhalde önce omuzlara alınır, sonra spordan sorumlu devlet bakanının tahsis ettiği arabayla istediği yere giderdi. Kıza bir Berliner tepsisi yaptırıp getiren bile olmamış.

Eve dönerken taksici ona “Siz televizyondaki harika tenisçi Angelique değil misiniz?” diye soruyor. Kerber sekiz yıldır profesyonel olmasına karşın, memleketinde ona ismiyle hitap etmeleri onun için yeni bir durum.

Bir gün sonrası. Kieler Westring’de, üniversite alanının köşesinde bulunan Campus Suite’deyiz (Almanya’da bilinen bir kahve dükkanları zinciri). Cuma günü öğleden önce burası ana baba gününe dönüyor, çünkü öğrenciler kahve molası vermişler. Angelique Kerber kahve dükkanına girince, sanki bir amfiye girmiş gibi gençlerden oluşan bir kalabalığın ortasına düşüyor. “Burada bir sürü şey oluyor – aynı benim gibi” diyor Angelique ve gülümsüyor. Sonrada başından geçenleri saymaya başlıyor: Televizyon programları, röportajlar, fotoğraf çekimleri, radyo yayınları. Şaşkınlıkla “Almanya’da ne kadar çok şey olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu” diyor.

Bir anda sahne ışıklarının altında – Daha önceleri sadece sıkı taraftarlar ve tenis dünyasının içindeki isimler tarafından bilinen Kerber’in, bu duruma öncelikle kendisinin alışması gerekiyor. Son dönemde başarılı sonuçlar, iddialı demeçler ve modelleri aratmayan fotoğraflarla Alman kadınlar tenisini yeniden canlandıran Andrea Petkoviç, Sabine Lisicki ve Julia Görges manşetleri süslemekteler. Kerber mi? O hala oynuyor mu? Kerber’in, bu rüya üçlünün karşısına çıkarabileceği çok az şey vardı. Çok terbiyeli, çok sakin, çok renksiz. Amerika Açık’a kadar durum böyleydi. 1996’da Steffi Graf’tan bu yana son dörde kalan ilk tenisçi oldu. Hem de dünya sıralamasında 92. iken. Bir mucize, sansasyonel bir başarı.

Siz de fark etmişsinizdir ki, Almanya'da kadın tenisiyle ilgili içinde Steffi Graf geçmeyen bir yazı bulmak, Nadal'ın şortunu düzeltmediği maç bulmaktan zor.

23 yaşındaki tenisçi, Amerika Açık’ta gerçekten neler yaşandığını şöyle açıklıyor: “Neler olduğunu tam olarak ben de bilmiyorum.” Başarının etkileri Kerber’i tamamen hazırlıksız yakalamış. “New York’ta bu kadar ilerleyebileceğime hiç ihtimal vermiyordum. Nasıl olduğunu da hala anlamıyorum.” Hayretini daha iyi anlatabilmek için başka kelimeler arıyor. “Bütün bu yaşananlar tam bir çılgınlık” diyor ve ardından biraz sessizleşiyor.

Onu Campus Suite’deki bu gürültünün içinde anlamak bir hayli zor. “isterseniz başka bir yere gidelim” diyor Kerber ve ekliyor “Burası çok gürültülü”.

Kahve dükkanına, Kiel’deki Maritim Otel’in restoranından daha zıt bir yer olamaz. İçeride bizden başka müşteri yok, müzik bile yok. Cam duvarın arkasında, Kiel fiyortunun sularından güneş yansıyor. Kerber, yerini alırken: “Canlı görünmese de daha iyidir” diyor. Ama burası onun dünyası değil. 22 yıldır Kiel’de yaşıyor; ancak daha önce Maritim Oteli’nde hiç bulunmamış.

Fiyort (fjord) muhabbeti açıldığına göre Kiel'den biraz bahsetmek gerek. Kiel, Almanya'nın en kuzeyinde, yani Danimarka sınırına yakın bir yerlerdedir. Hatta milliyetçi Danimarkalılara sorarsanız buraların Alman işgali altındaki İskandinav toprakları olduğunu söyleyebilirler. Parayı da Norveç'e, İsveç'e gidip gelen gemiler sayesinde bulmuşlardır. 


Kiel’de, ona daha çok uyan bir yer, arabayla birkaç dakika uzaklıkta bulunuyor. Kerber’in kariyeri, Düstenbrook tenis topluluğunun asırlık ağaçlarla çevrili on yerinde başladı. Kulübü bugün ziyaret edenler, burada herkesin hitap ettiği şekilde Angie’nin fotoğrafları ve gazetede yayınlanan makalelerinin kapladığı bir duyuru panosu görüyorlar. Fotoğrafta, şanslı bir sarışın kız elinde kupasını tutarken görülüyor. İlk başkan Rathje: “Angie bu çevrede kazanılacak ne varsa kazandı. Çoğu zaman da kendisinden sonraki yaş kategorilerinde” diyerek o günleri hatırlıyor.

Bildiğimiz Kerber: Ulusal düzeyde kısa zamanda yaşıtlarına üstünlük sağlamıştı. 15 ve 26 yaşlarındayken 18 yaş altı Almanya şampiyonuydu. Orta okul mezuniyetinin ardından 2003 yılında WTA turuna katıldı ve Berlin elemelerindeki ilk maçında dünya 61 numarası Marion Bartoli’yi yenmeyi başardı. Beklentiler yaratan bir sonuç. Ancak o her zaman bir harika çocuk veya üstün başarılı birisi olmaktan uzaktı – Bunu, kendisini sabit bir hızla geliştirip ilk 50 yakınlarında oynamaya başladığı yıllar gösterdi. Yine de bir türlü büyük bir çıkışa imza atamadı.

Bugün, dünya sıralamasının 33.sü ve Amerika Açık yarı finalisti olarak, profesyonel olarak geçirdiği ilk yıllarına biraz gülüyor. Geriye baktığında: “O zamanlar tam olarak o kadar sistematik başlamamıştım” diyor. 

2011’in ilk yarısında alınan on ilk tur mağlubiyetinin ve berbat bir Wimbledon turnuvasının ardından Alexander Waske ve Rainer Schüttle’nin Offenbach’taki tenis akademisine gitti. Kerber’in bağlı olduğu “Global Sports Management” menajerlik şirketini yöneten Dirk Hordorff, ona, çevresindeki pek çok kişiye olduğu gibi, bu yolu izlemesini tavsiye etmişti. Kerber “Ama ben değişiklikleri sevmem, bu adımı atmam zor oldu” diye bir itirafta bulunuyor. Offenbach’taki ziyareti sürekli önüne koymalarından sonra, Akademiye annesiyle birlikte yol aldı. “Çünkü kariyerimde bir şeylerin değişmesi gerektiği kesindi. Öbür türlü bulunduğum alt seviyeden kurtulamazdım.” Kaya sertliğinde bir fitness antrenmanını tamamladı. İki gün sonra en iyisi kas ağrıları nedeniyle eve dönmek olurdu; ancak o programı tamamladı ve Amerika Açık’ta hayatının turnuvasını oynadı. Gerçek olmak için fazla basit görünüyor; ama öyle.

Röportajın bu kısmı WTA'in düştüğü durumu gözler önüne seriyor. Tabii ki her başarının ardında azmetmek ve buna göre gereken çalışmayı yapmak yatar; ama iki grand slam arası yapılan ekstra fitness antrenmanları sizi birinci turdan yarı finale çıkarıyorsa, yapıda bir bozukluk olduğu aşikardır. Bu hikayedeki "çalışırsak kazanırız" teması biraz ilkokul müsameresi tadında kalmış.

Herbie Horst, Kerber’in kariyerini daha profesyonelce yürütme kararı hakkında “Hayatının en iyi kararıydı” diyor. Horst Schleswig-Holstein’da antrenörlük yapıyor. Kerber ile de çocukluk ve gençlik döneminde beş yıl kadar birlikte çalıştı. “Oyunu her zaman iyi anlıyordu” diyerek o günleri hatırlıyor. Kerber ile bu yaz karşılaştığında, herkesin düşündüğü; ama söylemeye cesaret edemediği şeyler hakkında onunla konuştu. Ona: “Angie, gelişimin durmuş durumda. Yalnızca çizgide oynuyorsun ve bir kontra oyuncu haline geldin. Ama senin doğanda ofansif oynamak var – geri gelmelisin” dedi. Horst kuzeyde bir otorite, bu nedenle sözünün ağırlığı var. Kendini orta noktada konumlandırmadan, akıllı ve sakin konuşuyor. Kerber ile birlikte, Julia Görges ve Mona Barthel’i de keşfeden kişi ki, her üç isim de Ağustos ayında ilk 100 içerisinde yer aldılar. Sonunda Horst’un analizi Kerber’i korkuttu.

Maritim Otel’deki zamanımız kısa; çünkü Kerber’in RTL ile randevusu var. Ama o arkasına yaslanıp rahatlıyor ve “Biraz daha bekleyebilirler” diyor.

O günleri yaşayanlar şimdi yeni bir Angelique Kerber'i tanıyorlar. Daha açık, daha rahat, neredeyse özgür. Artık dudakları kenetli değil. Bu değişiklikler, sadece gelen büyük başarıya mı bağlı? Kerber, “Hayır” diyor ve ekliyor: “Daha önceden açık olmaya başladım; çünkü total olarak daha pozitif bir insan haline geldim.” Ailesiyle olan göbek bağı, eski yapıların yeniden ortaya çıkması ve son dönemde gelen başarılar – bunların hepsi çiçek açmasını sağladı.

“Ne kadar yeteneğe sahip olduğunu gösterebilmesi ona korkunç iyi geldi” diyor annesi Beata ve ekliyor: “Bu beni onun adına çok memnun etti.” Almanya’da Polonya kökenli bir anne-babadan dünyaya gelen Beata Kerber de meslekten. Kadınlar 40-Kuzey Ligi’nde oynadı ve kocası Slawek’i de Tenis sayesinde tanıdı. Ayrıca Kiel Tenis Merkezi’nde yöneticilik yapıyor, burası kızının kariyerinin biçimlenmesinde önemli bir durak. Tenis koçu olan babası 1990’da TG Düstenbrook’un baş antrenörü olmak için Bremen’den Kiel’e gelirken, kendinden önceki koçun yerine yerleşti. Burası anne Kerber’in de şu anda çalıştığı Tenis salonundaki kortların üstünde yer alıyordu. “Angelique bu salonda büyüdü. Sadece bir merdivenden inerek oraya ulaşıyordu” diyor annesi. Angie’nin profesyonel tenisçi olmasına şaşmamak gerek.

“Hayır, hayır” diyerek yeniden konuşmaya başlıyor annesi. “Bunun böyle olmasını hiç planlamamıştık. İki kızımız için de tenis kortları büyük bir oyun alanıydı.” Ailesi Angelique’in yeteneğini keşfettikten sonra, burada geçen oyun vakitleri aynı zamanda babasıyla doğru antrenmanlara dönüştü. Angelique Kerber başlangıç günlerini: “O zamanlar keyifliydi. Kim bir tenis salonunda yaşadığını söyleyebilir ki?” diyerek anıyor.

Kerber 15 yaşına geldiğinde, ailesi taşındı. Ama tenis kortlarına olan yakınlık ailenin genlerinde var. Sadece anne Beata’nın işi dolayısıyla da değil. Beata’nın anne-babası 2005 yılında Polonya’nın Puszczykowo şehrinde bir tenis merkezi açtılar ve adını da kız torunlarından esinlenerek “Angie” adını verdiler.

RTL’nin televizyon ekibi yaklaşmadan önce, Angelique Kerber ile Kiel fiyortunun önündeki iskelede fotoğraf çekimi yapıyoruz. Arkadan bir İskandinav teknesi yaklaşırken “Denizde mutluyum, böyle bir şey yalnızca Kiel’de var” diyor Kerber. Fotoğraflarda her şeyi doğru yapıp yapmadığından emin olmak istiyor. Yapabileceği fazla bir yanlış yok zaten. Gülüşü gerçek, çevre harika. Angelique Kerber zirvedeki yeni Alman tenisçi rolüne oldukça yakışıyor.

Öncelikle eğer röportajı buraya kadar sabırla okuduysanız teşekkür ederim. Şimdi baştaki soruma dönerek, bu başarıda Almanya'nın rolünü iki nedene bağlamak istiyorum. Kanımca bunlardan birincisi birikim, ikincisi de yerellik. 

Kerber'in hikayesinin özetinde şu var: Bir ülkede yaptığın işte kendini geliştirmek adına ne kadar çok fırsat varsa, siz de hayatta o kadar çok şans sahibi olursunuz. Kerber'i fark edebilecek pek çok insan, neredeyse doğumundan itibaren yanında olmuşlar. ATP Hamburg ve WTA Stuttgart turnuvalarını izlemiş biri olarak, ülke içindeki turnuvalarda binlerce kişinin desteğini gördüğüne de eminim. Yani, motive olmak için de birden çok şansı var. Her zaman Steffi Graf gibi üstün yetenekli insanlara sahip olamazsınız; ancak sisteminizi elinize geçecek her yeteneği en iyi şekilde kullanacak şekilde kurarsanız, elinizdeki isimleri standart üstü başarılara ulaştırabilirsiniz. 8 yıl boyunca dişe dokunur bir başarı elde edemeyen bir isme bile.

Yerellik konusunda ise biraz daha açıklama yapmam gerekiyor. Yazının içindeki güzel bir örnek, büyük şehir Hamburg'dan yalnız dönen Kerber'in taksici tarafından tanınması. Taksicinin büyük bir tenis meraklısı olması düşük ihtimal; ama muhtemelen yerel basın bu başarıyı gündeme taşıdığı için Kerber kentte meşhur olmuş. Türkiye'de yerel basın denince genellikle uzak diyarların az tirajlı gazeteleri akla gelir; ancak Almanya'da gerek Hamburg, Köln gibi büyük şehirlerde gerekse ufak yerleşim yerlerinde yerel gazeteler, ulusal gazeteler kadar tiraja sahiptir. Bu durum sahiplenme duygusunu beraberinde getiriyor, oyuncuların da hedefelrini çeşitlendirmelerini sağlıyor. İçinizde futbolla ilgilenenler varsa, güzel bir örnek Podolski'nin aslında bir orta sıra takımı olan Köln'ün efsanesi olmasıdır. Belki iddialı bir söylem ama ben Türkiye'de daha çok sporcu yetiştirmek için, İstanbul dışına çıkmanın da önemli bir seçenek olduğuna inanıyorum.

Kaynak:  "Nordlicht im Aufwind" Tennis Magazin - Kasım/Aralık 2011 Sayısı

9 Aralık 2011 Cuma

Makiri hızlı çıktı


Makiri'nin buz hokeyci yeni sevgilisi Alex Ovechkin twitter'dan yukarıdaki resmi paylaşıp yeni sevgilim diye herkeslere duyurmuş.

Bu kız ne zaman ayrıldı Andreev'den, hani evleniyordu bunlar noldu anlamadım.. Neyse..

Robin'den kötü haber


Uzun zamandır napıyor ne ediyor haber alamadığımız Robin'den maalesef kötü haber geldi. Hala mononükleoz tedavisi sonrası iyileşme dönemini tamamlayamamış. Dolayısıyla önümüzdeki sezon Avustralya Açık'da şimdiden yer alamayacağını açıkladı.

2011'e de bomba gibi girmişti ama önce sakatlıklar ardından hastalık fena vurdu. Antrenmanlara ocak ayında başlayacağını ve en kısa sürede kortlara dönmek istediğini belirtmiş twitter'dan.

5 Aralık 2011 Pazartesi

5. kez İspanya


Toprakta olduğu için sonucu çoktan belli olan Davis Cup finalinde İspanya Arjantin'i 3-1'le geçip 2000'den bu yana 5. şampiyonluğuna ulaştı.